Blog / Ar-Ge, İnovasyon ve Yenilikçilik
Ar-Ge, İnovasyon ve Yenilikçilik
C. Müjdat ALTAY - CEO / NETAŞ Ar-Ge, İnovasyon ve Yenilikçilik
Devlet, hükümet, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve iş dünyası olarak, 2023 ekonomik hedeflerine kilitlendiğimiz bu dönemde, hükümetimizin kararlı, sistematik Ar-Ge çalışmalarının çıktılarını büyük bir memnuniyetle izliyoruz.
Her alanda, son derece süratli bir değişim ve gelişiminin yaşandığı “Bilgi Çağı”nda, bu hıza, ulus olarak ayak uydurabilmek, küreselleşen rekabet ortamında başarılı olmak için Ar-Ge çalışmalarının bir gereksinim olmaktan öte bir zorunluluk haline geldiğinin hepimiz bilincindeyiz. Dolayısıyla, geleceği parlak, ufku açık ülkemizdeki sistematik bir temele dayalı yürütülen inovatif Ar-Ge faaliyetlerinin artırılması, teknolojik bilginin ticarileştirilmesi, teknoloji yoğun üretim, girişimcilik ve bu alanlara yönelik yatırımlar ile nitelikli işgücü istihdamının artması yönünde ciddi adımlar atılmış olmasından, 37 senelik bir Ar-Ge’ci olarak gurur duyuyorum. Bahsetmiş olduğum süratli değişim ve gelişimle, hayat biçimlerimizin nasıl farklılaştığından, Ar-Ge’nin yaşamımızın nasıl ayrılmaz bir parçası haline geldiğinden, teknolojinin değişiminden bir örnek vererek bahsetmek istiyorum.
20. yüzyılın başında çok güçlü bir sanayicinin müşterilerine verdiği mesaj, bu değişimin boyutunu vurgulayacak. Henry Ford, ‘İstediğiniz renkte araba sahibi olabilirsiniz, yeter ki siyah olsun’ diyor. Bu söylem bize, üreticilerin, 1900’lerdeki teknolojiye bakış açısını, perspektifini çok net bir şekilde özetliyor. Hepimizin bildiği gibi Henry Ford, araba teknolojisine yenilikçi yaklaşım getirerek, bunu seri üretim bandına taşımış, verimliliği artırmıştır. Dolayısıyla Ford, firmaların önüne geçmeyi o yıllarda sağlamış bir sanayici. Ancak bunu gerçekleştirirken, müşterinin renk tercihini ön planda tutmuyor, hatta ilgilenmiyor bile… Sadece verimli teknolojik ürünü üreterek, rengini de siyah yapıyor…
Özetle; “Beğenen alır, beğenmeyen de almaz” diyor. Bu örnek, 1900’lerde teknolojinin mutlak hâkimiyetini, tüketicinin ise edilgenliğini çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Henry Ford, kendi ürününü müşteriye seçme hakkı vermeden sundu ve hepimizin bildiği başarıyı elde etti. Bu örnekten yola çıkarak, teknolojideki değişimi takip etmenin ve geleceğini yorumlamanın o günlerde çok daha kolay olduğu sonucuna ulaşmak mümkün. Çünkü, fiyat performans eğrilerine bakmak, bilimsel makaleleri incelemek, Ar-Ge laboratuarlarında yapılanları titizlikle takip etmek, bir sonraki dalgada hangi teknolojinin geleceğini tahmin etmekte yeterli oluyordu. Ve en önemlisi burada tüketici edilgen konumu ile bu ürünleri alıyordu. Ancak bugün biliyoruz ki, durum çok farklı.
21. yüzyılın tüketicisi kendisine dayatılanları kabul etmektense, ne istediğine artık kendi karar veriyor ve üreticiyi de çok ciddi bir şekilde yönlendiriyor, kendi isteğini kabul etmeyen üreticiyi de bir nevi cezalandırıyor. Bu yaklaşım da üreticileri çetin bir rekabete sokuyor. Bu rekabet ortamında tatmin olmayan tüketicinin üreticiyi yok etmesi, üretici değiştirmesi adeta an meselesi… Bu değişimde, tüketiciler, sadece rakip ürünü tercih etmekle kalmıyor, deneyimini sosyal medyada paylaşmak gibi yöntemleri de etkin bir şekilde kullanıyor.
Hatta daha da ileri giderek, özel bir ürün istiyorsa sosyal medyaya çağrı yaparak ‘Ben bu tür ürün istiyorum, birleşin, beraber olalım’ diyor; sonra binlercesi bir araya geliyorlar ve üreticiden özel fiyat, özel ürün isteyebiliyorlar.
Evet, 21. yüzyılda artık oyunun kuralları değişti. Her geçen gün daha baskın olan tüketici davranışları ürün yaşam döngüleri ve rekabeti doğrudan etkiliyor. Üreticiler tüm planlarını müşterilerinin hayatlarını kolaylaştıracak ürünler ve çözümleri tasarlamak amacını gözeterek kuruyorlar.
Bunu insanın doğasında olan, DNA’lar ile günümüze taşınan tüm alışkanlıkları, konforunu kaybetmeden yaşamasını sağlamanın arayışı olarak tarif edebiliriz. Diğer bir deyişle, insanın onbinlerce yıl önce olduğu gibi her tanıdığını görmek, her bildiğine ulaşmak isteğinin karşılanması. İnsan, onbinlerce yıl önce, daha tekerlek icat olmadan sadece 15-20 haneli köylerde yaşıyordu.
O zaman ne yapıyorduk? Biz sadece gördüğümüzü görüyorduk, konuştuğumuzu sadece etrafımızdakiler duyuyordu. Diğer bir değişle yaşam, insanın duyularını gerçek anda olanları algılaması ile biçimleniyordu. Ardından gelen yeni keşifler insanoğlunun farklı coğrafyalara yol almasını sağladığı gibi bulunduğu yerden binlerce kilometre ötedeki sesi duymasına, görüntüyü izlemesine de olanak tanıdı ve insanın duyuları ile gerçeği deneyimlemesi şekil değiştirdi.
Artık yeni bir dönem insanoğlunun yaşamına damga vurmak üzere olgunlaşıyor. Yeni nesil teknolojiler, hiper bağlantıyı sağlayarak yakın gelecekte 50 milyar cihaz ve insanları birbirleriyle görüştürmeye başlayacak. İşte öngörülen bu teknolojik değişimle gerçek bant genişliği yakalanacak. Bu teknolojilerle donanmış dünyamız insanoğluna tıpkı ilk çağlardaki gibi tüm tanıdıklarına erişmeyi, görmeyi, duymayı, 10 bin sene öncesinde sahip olduğu konforu sunacak. Ana fark ise artık yaşam alanı 15-20 haneli köyümüz değil tüm yerküre olacak. Bu kadar hızlı bir ağı yaratmanın ve gerçek bant genişliğini yakalamanın temelinde donanım var ama tek başına bir işe yaramıyor.
Bir faktör daha eklemek gerekiyor. O da yazılım. Tıpkı insan vücudunun beyin olmadan işlevsellik kazanamayacağı gibi. Donanımın üzerine yazılımın ilavesi ile hiper bağlantıların olduğu, geniş bant altyapısıyla herkesin birbiriyle gerçek bant genişliğinde görüştüğü ve bunların da birlikte bir akıl oluşturduğu bambaşka bir dünya bizi bekliyor. Bu yenidünyanın oluşmasında bilgi ve iletişim teknolojileri ve bu teknolojilerin üzerine kurulmuş Ar-Ge ve inovasyonun temel rolü üstleneceği kuşkusuz. Türkiye’nin sahip olduğu değerlerle, bu iki temel kavram etrafında odaklanması, ülkenin geleceğini şekillendiren en önemli stratejilerden biri. Bu stratejinin tüm taraflarca kararlı ve kesintisiz sürdürülmesi sonucunda 2023’de dünyanın ilk 10 ekonomisinden birine sahip bir “Bilgi Toplumu” olacağımızdan hiç şüphem yok.