Blog / Planlama Stratejisinde Organize Sanayi Bölgelerinin Rolü
Planlama Stratejisinde Organize Sanayi Bölgelerinin Rolü
R. Esra OĞUZ / Şube Müdürü
Dünya nüfusunun hızlı artışı ve kentleşme, arazi kullanım taleplerini ve çeşitliliğini artırmış, bölgelerin eşitsiz gelişiminin ortaya çıkardığı kimi sorunlar nedeniyle, planlı gelişme sorunsalı bir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır. Ülkemizde de 1950’lerde tarımda makineleşme süreci ile birlikte tarımda istihdam edilen nüfus azalmış, sanayileşen kent merkezlerinin istihdam olanaklarının çekim gücü, kırdan kente nüfus akınına yol açmıştır. Kentlerin hızla büyümesi, kentleşme sorunlarını da beraber getirmiştir.
Bu dönemde, gecekondulaşma, kentsel altyapı yetersizliği, sanayi tesislerinin yol açtığı çevresel etkiler ve mekânsal deformasyon, hemen akla gelen sorunlar olarak öne çıkmaktadır. Nüfus artışı sonucu iç pazarın genişlemesi, kırsal kesimin pazara açılması, dış toplu durumun (konjonktürün) fiyatları sanayi lehine değiştirmesi ile sanayileşme kârlı hale gelmiş, sanayileşmenin lokomotif gücü, yalnızca kentler arasında eşitsiz gelişime değil, bölgesel gelişmişlik farklarının ortaya çıkmasına da yol açmıştır (Kazgan, 1985).
Bölgesel gelişmişlik farklarının artışı, kentleşme sorunlarının büyümesi, kalkınmanın planlı olarak yapılması gereğini ortaya koymuş, 1960’lı yıllarla birlikte ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın hızlandırılması, uygulanan politikalar arasında uyum sağlanması, toplumsal ve kültürel dönüşümün uyumlu yönlendirilmesi ve ekonomiye rasyonel kamu müdahalesinin temini amacıyla kalkınma planlarının hazırlanması ve uygulanması fikri benimsenmiştir (Kalkınma Bakanlığı, 2012). DPT tarafından hazırlanan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planında (1963 - 1967), ekonomik dengenin kurulması, ekonomik ve toplumsal kalkınmanın birlikte gerçekleştirilmesi, belli bir hızda büyüme ve sanayileşmeye önem verilmesi amacıyla uzun vadeli hedefler belirlendiği gibi bu amacın gerçekleştirilmesi için “sanayide kuruluş yerlerinin seçilmesinde toplam verimliliği arttırma yanında bölgelerarası dengeli bir kalkınma sağlama hedefine göre hareket edileceği” hususu tedbirler arasında sayılmıştır (DPT, 1963). Bu plan dönemi içinde ilk olarak Bursa OSB kurulmuştur.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Programında sanayinin kuruluş yerlerinin seçiminde verimli toprak kullanımı ve bölgelerarası gelişmişlik dengesinin sağlanması konusunda vurgu yapılmış olmakla birlikte, ilk organize sanayi bölgesinin kuruluş yerinin yine bir gelişmiş bölgede seçilmesi dikkat çekicidir. Bunun en önemli nedeni, kalkınma planlarının stratejik planlar olması, mekânsal düzenlemeye referans vermemesidir.
Uygulamaya yön verecek bölge planlarının da bu dönemde yapılmaması, uygulamaların sistem dinamikleri içinde gelişmesine yol açmıştır. İkinci ve daha sonraki Beş Yıllık Kalkınma Planlarında düzenli sanayi bölgelerinin kuruluşuna verilen önem sürdürülmüş, sanayi faaliyetlerini bu bölgelere yönlendirmek için özel kredi imkanları, vergi indirimleri, altyapı temini ve ucuz enerji gibi teşvik paketleri önerilmiştir.
Bursa OSB’den sonra Konya, Manisa, Gaziantep OSB’lerin kuruluşu gerçekleşmiş, giderek Artvin hariç ülkenin her ilinde birden fazla OSB kuruluşu mümkün olmuşsa da pazara yakınlığı, ulaşım imkânları, kalifiye eleman temininin kolaylığı gibi nedenlerle sanayinin gelişmiş bölgeleri tercihi devam etmiştir.
2000 yılına kadar merkezi ve yerel idareler tarafından yürütülen ortak çalışmalarla kurulan ve işletilen OSB’ler, 15 Nisan 2000 tarihinde yürürlüğe giren 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu ile yeni bir döneme girmiş, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı (eski adıyla Sanayi ve Ticaret Bakanlığı) denetimi altında kendi kendini yöneten bir model olmuştur. Ekonomik büyümenin sağlanması, istihdam olanaklarının arttırılması, sanayinin mekânsal kontrolünün sağlanması, çevresel etkilerinin disipline edilmesi gibi planlamaya birçok araçsal fayda sağlamış olan OSB’ler, bu düzenleme ile yeni bir ivme kazanmış, sektörel ihtiyaçları belirleme ve yönetme konusunda avantajlı bir konuma yükselmiştir.
OSB’nin ihtiyaçlarına göre bölge teşkilatları oluşturulmuş, bölgelerin kendi kendisini yönetmesi, bürokratik işlemleri azaltarak, yönetimi daha da etkinleştirmiştir. Aynı dönemlerde turizm, ulaştırma ve enerji gibi sektörel alanlarda da etkinlikleri yönetmek üzere özel kanunlar çıkarılmış, özel olarak korunan alanlara yönelik planlama yetkileri ilgili idarelerine verilmiştir. Böylece farklı kurumlar tarafından planlanan ve özel mevzuata tabi birçok proje alanı ortaya çıkmıştır.
Bağımsız uygulama alanları oluşturan projeler arasında, kentlerin planlaması çetrefilli bir iş haline gelmiştir. Planlama tanımı gereği, farklı sektörler arasında denge kuran, nüfusun ekonomik, sosyal, kültürel ihtiyaçlarını tasarlayan, mekânı ihtiyaçlar ve olanaklar ölçüsünde biçimlendiren kararlar içerdiğinden, proje bazlı mekânsal müdahaleler planların bütünselliğini ortadan kaldırmıştır. Bu durumun OSB’lere ilk yansıması, yer seçimleri ile olmuştur. Yatırım alanlarının tespitinde referans alınabilecek bütüncül bir planın olmaması ya da konut, sanayi, turizm, enerji, ulaştırma vb. sektörlerinin her birinin kendi başına yatırım alanlarını belirlemesi, kurumların birbiri ile ilişkisini “görüş verme” düzeyine indirgemiştir. OSB kuruluş yeri belirlenirken, yerleşim yerinin nüfus özellikleri, ekonomik yapısı, gelişme eğilimleri, merkez kademelenmesi, etkileşim alanı, ulaşım bağlantıları, enerji altyapısı, su temini, finansmanı, nitelikli eleman temini, çalışan nüfusun konut ihtiyacı, vb. onlarca faktör değerlendirilerek ve kentin diğer mekânsal kullanım biçimleri ile birlikte planlamada ele almak gerekirken proje bazlı değerlendirme yapılma durumu ortaya çıkmıştır. Buna karşın bazı belediyelerin OSB projelerini sahiplenmemeleri, “anorganize”, niteliksiz sanayi alanları açmaları, kamu yatırımı olan OSB’lerin etkinliğini azaltmış, kimi yerlerde atıl duruma gelmesine yol açmıştır.
SONUÇ YERİNE…
50 yıllık bir deneyimi biriktiren OSB’ler, yaşanan kimi aksaklıklara rağmen, sanayileşme konusunda en etkin ve verimli modeli oluşturmaya devam etmektedir. Bu başarının en önde gelen nedeni, planlamanın katılım ilkesinin bu projelerde hayata geçirilmiş olmasıdır. OSB mevzuatından mikro uygulamalara kadar her aşamada sektörün görüş ve önerilerinin alınması, düzenlemelerin tepeden inme değil tüm paydaşların ortak aklı ile yapılıyor olması, kendi kendini yöneten bir model olarak katılımcılara “tek durak ofis” hizmetinin sunulması, sanayi sektörünün mekânsal alan seçiminde tercih sebebidir. OSB’lerde, sağlık koruma bandı ve arıtma tesisi ile sanayinin çevresel etkilerinin azaltılması, yapılaşma öncesi çeşitli zemin etütleri ile yapıların güvenli inşasının sağlanması, tesis kurulmadan önce altyapı temini, eğitim alanları, sağlık, güvenlik, sosyal ve idari tesisler, itfaiye teşkilatı gibi kamusal hizmetlerin sunumu, bu bölgeleri diğer sanayi alanlarına göre hem kamu hem de sanayiciler açısından avantajlı duruma getirmektedir. Sanayinin gelişigüzel alanlarda yapılaşması yerine uygun bir alanda denetimli yapılaşmasının, kentlerin yaşanabilirliği ve doğal varlıkların korunması için zorunlu olması nedeniyle planlama konusunda görev üstlenmiş olan tüm kurumların çalışmalarında, sektörün uzmanı olan kurum ve kuruluşlarla işbirliği geliştirmesi ve üst ölçekli planlamaların ilgili tüm tarafların katılımı ile yapılması zorunluluk arz etmektedir. OSB’lerin gelecekte de vizyonunu sürdürebilmesi için çevre ve altyapı yatırımlarını hayata geçirmesi, sosyal ve teknik hizmetlerini gerektiği gibi vermesi, idari teşkilatını nitelik olarak güçlendirmesi gerekmektedir.