ISO BELGELENDİRME
Sektörler
İso Belgelendirme
Karbon Ayak İzi Hesalama
Taksim Danışmanlık Hizmetleri
Güncel Fuarlar
Önceki Sonraki
WorldFood Türkiye’nin En Büyük Gıda Fuarı
WorldFood Türkiye’nin En Büyük Gıda Fuarı
9-12 Eylül 2021
Provimes Web ve Mobil Kurulum ve Kullanım Eğitimimize Davetlisiniz.
Provimes Web ve Mobil Kurulum ve Kullanım Eğitimimize Davetlisiniz.
03 Haziran, Perşembe
Provimes Web ve Mobil Kurulum ve Kullanım Eğitimimize Davetlisiniz.
Provimes Web ve Mobil Kurulum ve Kullanım Eğitimimize Davetlisiniz.
03 Haziran, Perşembe Saat: 10
Kurumsal Akademiler Konferansı
Kurumsal Akademiler Konferansı
24 Haziran 2021 | 14:00 - 16:4
Doğaya Saygı Sertifikası
Blog / Modernite Bağlamında Bilgi, İktidar ve Uzmanlık İlişkisi
Modernite Bağlamında Bilgi, İktidar ve Uzmanlık İlişkisi
 
“Belki de teknik akıl kavramı bizzat ideolojidir. Tekniğin salt kullanımı değil, bizzat kendisi de (doğa ve insan üzerinde) iktidardır, yöntemli, bilimsel, hesaplanmış ve hesaplayan iktidar.” Herbert Marcuse*
 
Cangül TOSUN / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) - Doç. Dr. Fatih KESKİN / Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü
 
 
Giriş
İlk olarak 5. yüzyılda kullanılan “modern” kavramı, içeriği sürekli değişse de genel olarak eski’den yeni’ye geçişle ilişkilendirilmektedir. 17. yüzyılda Avrupa’da başlayan ve sonraları tüm dünyayı etkisi altına alan modernlik; özellikle toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerini anlatırken, modernizm; daha çok sanatsal ve kültürel alanlara işaret etmektedir. “Akıl” kavramı üzerine konumlandırılan modernite ise endüstrileşme, pazar sistemlerinin oluşumu, bilimsel devrim ve ulus-devletin inşasıyla birlikte modern hayatın hemen her yönüne yansıyan, insanoğluna sunduğu faydaların yanında yıkımları da beraberinde getiren bir süreçtir. Modernite kavramının, modern yaşamı “demir kafes” olarak adlandıran Max Weber ile “moderniteden vazgeçmek için vakit çok erken” diyen Jürgen Habermas’ın görüşleri etrafında ele alınacağı bu çalışmada, modernite bağlamında gelişen bilgi-iktidar-uzmanlık ilişkisi açıklanmaya çalışılacaktır.
 
Modern - Modernlik - Modernizm ve Modernite Kavramları
Modo (son zamanlar, tam şimdi) kelimesinden türeyen ve Latince bir sözcük olan modernus, ilk olarak 5. yüzyılın sonunda antiquus’un (kadim/ancient) karşıt anlamlısı olarak kullanılmış, 10. yüzyıldan sonra ise modernitas (modern zamanlar) ve moderni (bugünün insanları) terimleri yaygınlık kazanmıştır (Kumar, 2004: 88). Latince “modernus” biçimiyle 5. yüzyılda, Hıristiyan olan o dönemi, Romalı ve Pagan geçmişten ayırmak için kullanılan “modern” terimi (Çiğdem, 2004: 65), içeriği sürekli değişse de hep eski’den yeni’ye geçişle ilişkilendirilmiştir. Kimi zaman birbirinin yerine kullanılan “modernlik” ve “modernizm” kavramları ise farklı iki terimdir. Modernlik; 17. yüzyılda Avrupa’da başlayan ve sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerine işaret eder (Giddens, 1998: 11). “Modern tarih, 17. yüzyılda başlar” (Bury, 1955) görüşüne göre modernlik yolundaki kilometre taşları; Denemeler (Michel de Montaigne, 1580), Novum Organum (Francis Bacon, 1620) ile Metot Üzerine Söylev’dir (René Descartes, 1637). Fransız filozof Descartes, İnsan Bağımsızlığının İlanı’nda; “Bilgiyi yalnızca insan aklı temelinde yeniden inşa etmek için masanın üzerini temizlememiz gerekiyor” cümlesiyle geçmişteki tüm düşünce sistemlerini reddeder. 17. ve 18. yüzyılda modern bilimin ve İngiliz materyalizminin gelişiminde etkisi olan İngiliz filozof Francis Bacon ise modern zamanların dünyayı eskilerin tahayyül edemeyecekleri bir şekilde dönüştüren büyük icatları olarak matbaa, barutlu silah ve pusulayı görür:
 
…….bu üç şey bütün dünyanın görünüşünü ve durumunu değiştirdi: İlkin edebiyatta, sonra savaşta ve son olarak denizcilikte ve sayısız değişimler bunlardan kaynaklandı, öyle ki, insani olaylar üzerinde hiçbir imparatorluk, hiçbir mezhep ya da yıldız, bu mekanik keşiflerden daha fazla güç ve tesir uygulayamadı (aktaran. Kumar, 2004: 97).
 
Modern toplumsal kurumların gelişimi ve bunların dünya çapındaki yaygınlığı, insanoğlunun güvenli bir yaşamın tadını çıkarması için modernlik öncesi sistemlerin herhangi bir çeşidinden çok daha fazla fırsat yaratmasının yanında, nükleer cepheleşme ve askeri alandaki çekişmeler 20. yüzyılın “karanlık yüzü”nün bir parçasını oluşturur. Askeri çarpışmalarla geçen ve savaş yüzyılı olarak adlandırılan 20. yüzyılda 100 milyondan fazla insan çatışmalarda ölmüştür ki bu sayı; 19. yüzyıldaki dünya nüfusundan fazladır (Giddens, 1998: 16, 18, 19).
 
Modernlik; modern dünyayı doğuran düşünsel, toplumsal ve politik değişimlerin hepsini kapsamlı bir şekilde açıklarken, “modernizm” 19. yüzyılın sonunda Batı’da ortaya çıkan kültürel bir harekettir ve aynı zamanda modernliğe karşı gelişen eleştirel bir tepkidir. Bir başka ifadeyle, modernizm, modernlik değildir; modernlik düşüncesi, 19. yüzyılın sonunda kurulduktan sonra kendisine yönelik kültürel modernizm hareketiyle karşılaşmıştır. Modernizm, modernliği bir taraftan olumlarken diğer taraftan yadsımaktadır. Modernliğin erken döneminde ortaya çıkan bu karşıtlığın en bariz kanıtı; Avrupa Romantizm hareketidir. Modernlik; geçmişten keskin bir kopuş ve geleceğe yönelik belirleyici bir yönelim ise romantizm de gayri insani ve yaratıcılıktan uzak olan bir şimdiyi eleştirmek için gerekli kaynakları geçmişte bulma eğilimindeydi (Kumar, 2004: 88, 106, 107). Her zaman estetik bir konumu ima eden modernizm, estetik özbilinç ve düşünümselliğe dayalı özgün formlara sahiptir. Bu formlar; anlatısal yapının değersizleştirilmesi, gerçekliğin belirsiz mahiyetinin sunumlanması ve öznenin yapılaşmışlığının giderilmesinden oluşur (Çiğdem, 2004: 73).
 
Moderniteye ilişkin ele alınması gereken ilk nokta; modernitenin ne zaman başladığı ve kendisini nasıl kurduğudur. Ortaya çıkışı “aklın1 ” insan için asli olduğu ilkesinin hüküm sürdüğü Aydınlanma’ya kadar götürülebilse de modernitenin entelektüel ufku, kendisini ancien régime’den farklılaştıran Aydınlanma’nın kendisinin ve imgesinin ötesine gider. Endüstrileşmenin, pazar sistemlerinin oluşumunun, bilimsel devrimin, teknolojik gelişmenin ve ulus-devletin inşasının kurumsal altyapısını oluşturduğu modernite genel olarak 15. ve 20. yüzyıllar arasında yer alan entelektüel, kültürel, toplumsal bir dönüşümün sonucu olarak devam eden bir süreç olarak tanımlanabilir (Çiğdem, 2004: 64, 65, 66, 72). Avrupa’da giderek bilim ve teknoloji tarafından şekillendirilen Batılı bir yaşam biçiminin ortaya çıkmasına işaret eden ve etkisi modern hayatın hemen hemen her yönüne yansıyan modernite; insanoğlunun bilimsel ve teknik aktivitelerinin çeşitliliği, çok yönlülüğü ve etkililiğindeki öngörülemeyen artışı anlamına gelir. Fiziksel gerçekliğin bilgisinin genişlemesiyle, insanların enerji ve malzemelerin yeni kaynaklarından yararlanması ve imalat, tarım, ulaşım, iletişim, tıp ve savaşın daha büyük, daha karmaşık, daha üretken biçimlerini tasarlaması mümkün olmuştur. Bu gelişmeler; kişi başına düşen gelirde artış, daha uzun yaşam beklentisi, dünya nüfusunun hızla genişlemesi, okuryazarlık artışı, sosyal rollerin çoğalması gibi bir dizi geniş sosyal, ekonomik, demografik ve politik değişikliklerle beraber modern yaşam için tamamen yeni bir karakter getirmiştir (aktaran. Fischer, 1990: 59, 60). Bu yeni karakterle birlikte modern öncesi ve sonrası yaşam arasında geri dönüşü olmayan kırılmalar hatta kendi kendini yeniden üreten geleneksel yaşam üzerinde ciddi yıkımlar da yaşanmıştır. Örneğin; Zygmunt Bauman, moderniteyi; Ernest Gellner’in “Vahşi kültürler, bir kuşaktan ötekine kendilerini bilinçli bir tasarım, nezaret, gözetim ya da özel beslenme olmaksızın yeniden üretirler. Buna karşın işlenmiş ya da bahçe kültürleri, ancak okumuş ya da uzmanlaşmış kimselerce yürütülebilirler” cümlelerinden hareketle, vahşi kültürlerin bahçe kültürlerine dönüşme süreci olarak tanımlar. Çalışmanın devamında ele alınacağı gibi bu tanımda moderniteyi yaratan iktidar, “bahçıvan” modeli üzerine kurulur (Bauman, 2003: 65, 66).
 
Bir Rasyonelleşme Süreci Olarak Modernite 
Moderniteyle birlikte ortaya çıkan modern toplumun dönüştürücü gücü; Karl Marx’a göre kapitalizm, Emile Durkheim’a göre endüstriyalizm iken Max Weber’e göre ise rasyonelleşmedir (Giddens, 1998: 16, 17). Almanya’nın ekonomik, toplumsal ve politik fizyonomisinin tamamen değiştiği bir dönemde (1864-1920) yaşayan ve modern toplumların oluşumuna tanıklık eden Alman Sosyolog Max Weber, Sanayi Devrimi’nden ve bunun sonuçlarından ayrı tutulamayan modernitenin düşünürü olarak kabul edilir (Fleury, 2009: 9, 10, 11).
 
Modern dünyanın ve kapitalizmin Batı’da ortaya çıkışının, bir başka ifadeyle Batı dünyasının özgüllüğünün nedeni olarak rasyonelliği işaret eden (Fleury, 2009: 34, 35) Weber, moderniteyi bir süreç olarak ele alır ve moderniteyi rasyonalitenin bir vargısı olarak görür (Çiğdem, 2004: 13, 14). “Rasyonelleştirme” kavramıyla bilimsel-teknik ilerlemenin modernleşmekte olan toplumların kurumsal çerçeveleri üzerindeki etkilerini anlatmaya çalışan (Habermas, 2012: 36) Weber; bilgi, bilimsel akıl ve araçsal rasyonalitenin özel bir biçiminin Batı Avrupası’nda görünüşü gibi teknik rasyonalite ve modern teknokratik dünya görüşünün yükselişini kritik güç olarak tanımlar. 16. ve 18. yüzyıllar arasında bilimsel ve teknik aklın, bir bütün olarak toplumun temel güçleri olarak kurumsallaştırılması Weber’in görüşüne göre; modern toplumun sekülerleştirilmesinin belirli bir özelliği haline gelir ki, Weber bunu dünyanın “entelektüelleştirilmesi” ya da “rasyonelleştirilmesi” olarak ifade eder. Bundan sonra artık, bilimsel ve teknik bilgi hızla “üstün” veya “yüksek” bilgi statüsüne ulaşır (Fischer, 1990: 62). Weber’e göre, modern insan, entelektüelleşmenin artmasıyla büyülü güçlere inanmaya son verir. Böylelikle kâhince anlamını yitiren insan, “büyüsü bozulmuş” bir dünyada yaşamaya mahkûm olur (Fleury, 2009: 71). Weber’e göre; Batılı toplumlar gerek ekonomik kurum gerekse devlet aygıtı düzeyinde rasyonelleşerek dini-geleneksel dünya görüşlerinin egemenliğine son verirler (Timur, 2012: 152). “Zamanımızın kaderi, rasyonalizasyon ve her şeyin üzerinde de dünyanın büyüsünün bozulması tarafından karakterize edilmektedir” (aktaran. Çiğdem, 2004: 159) diyen Weber’e göre; modern yaşam bir “demir kafes” haline gelir ve endüstriyelleşme ve kapitalizm tarafından belirlenen bu “demir kafes”ten artık kaçış yoktur (Fischer, 1990: 66). Weber, moderniteyi aynı zamanda anlam kaybı ve özgürlük kaybı olarak görür. Anlam kaybı; dinlerin anlam sunmadaki tekellerini yeniden inşa edilemeyecek şekilde kaybetmesi iken özgürlük kaybı ise doğrudan modern varlığın bürokratizasyonuyla ilgilidir. Weber’e göre; rasyonellik bağları “modern insanları” özelliksiz bir bürokratik rutin kafesine hapsederek gitgide sıkılaşır (Çiğdem, 2004: 165, 166, 167). Weber, özetle; büyülerin bozulması, anlamın ve özgürlüğün kaybolması başlıkları altında betimlediği rasyonelleşme kavramıyla birlikte ele aldığı modernite sürecini karamsar bir biçimde değerlendirir (Timur, 2012: 156).
 
İletişimsel Akıl Bağlamında Modernite
Modernliğin en canlı savunusu ve postmodernitenin en cüretkâr yadsınması Marshall Berman’da görülürken (Kumar, 2004: 209), “Modernlik, henüz tamamlanmış değildir… Moderniteden vazgeçmek için vakit çok erken” diyen Jürgen Habermas (Habermas, 1994: 8, 42) da modernitenin önde gelen savunucularından biri olarak kabul edilir. 1929 yılında Düsseldorf’ta doğan ve Frankfurt Okulu’nun2 önde gelen üyelerinden olan Habermas’ın modernite düşüncesi, aynı zamanda bir modernite savunusudur. Moderniteyi bir idea, bir tasarı olarak ele alan ve aklın belirleyici ve yaratıcı gizilgücüne inanan Habermas, modernitenin, postmodernite ya da ileri, örgütlü kapitalizme karşı trajik bir biçimde değil, katışıksız akıl tasarısının onaylayacağı bir kararlılıkla savunulması gerektiğini söyler (Çiğdem, 2004: 13, 14, 169). Modernitenin mirasında henüz gerçekleşmemiş bir güç olduğuna inanan Habermas, Aydınlanma akılcılığının, Max Horkheimer ve Theodor Adorno’nun birlikte yazdıkları “Aydınlanmanın Diyalektiği”nde3 güçlü bir şekilde açığa çıkarılan birçok tehlike içerdiğini kabul eder. Burada ana sorun; Aydınlanma akılcılığının en etkili haliyle Kant tarafından geliştirilmiş olan “özne-merkezli akıl” kavramının tikel, tek yanlı değişkesinin başatlık kurmuş olmasıdır. “Aşırı akılcılıktan” değil, “eksik akılcılık”tan mustarip olunduğunu düşünen Habermas’a göre görev; Aydınlanma mirası içerisinde gömülmüş olan alternatif akıl geleneklerini kazıp çıkarmaktır. Bu düşünceyle Habermas, “özne-merkezli akla” karşı kendisinin “iletişimsel akıl” dediği akıl kavramını geliştirir (Kumar, 2004: 206, 207).
 
Habermas’a özgü kavramlar ve kuramlar yumağı içinde “iletişimsel akıl” kavramının temel ve stratejik bir yeri vardır (Timur, 2012: 17). Habermas, modernitenin ana dönüştürücüsü olarak “rasyonelleşmeyi” gören Weber’in bu kavramını yeniden formüle ederken, “çalışma ve etkileşim” kavramlarından yola çıkar. Bir toplumun kurumsal çerçevesi olan sosyo-kültürel “yaşam evreni” (yaşam dünyası) ile amaç-rasyonel eylemin gerçekleştiği “çalışma evreni” (sistem) ayrımı yapar. Yaşam evreninde; toplumsal normlar, gündelik dil, karşılıklı davranış beklentileri yer alırken, çalışma alanında ise teknik kurallar, bağımsız dil ve belirli eylem kipleri bulunur. Yaşam evreninde rasyonelleştirmeyi; özgürleşim, tahakkümsüz iletişimin yaygınlaştırılması olarak gören Habermas, çalışma alanında ise bunu; üretici güçlerin artırılması ve teknik kullanım gücünün yaygınlaştırılması olarak belirler (Habermas, 2010: 46, 47, 48). Habermas’a göre; “yaşam evreni” aynı zamanda özgürlük alanını da oluşturur. Araçsal aklın egemen olduğu “çalışma evreni” karşısında bu alan, iletişimsel aklın ağır bastığı ve bireyin insan ve yurttaş olarak iki farklı statüde hareket ettiği alandır. Bir başka ifadeyle Habermas, yaşam evreninin kurumsal düzenini de özel alan ve kamusal alan olarak iki bölüm şeklinde düşünür. Özel alan; çekirdek aileye, komşuluk ilişkilerine ve özgür derneklere (STK’lar gibi); kamusal alan ise iletişim araçları örgüsüne ve kamuoyuna karşılık gelir. Buradan da anlaşılacağı gibi Habermas, Weber’in “demir kafes” metaforuyla anlattığı modernitenin, özgürlüklerin kaybına neden olduğu eleştirisi karşısında, özgürlüklerin ortaya çıkacağı alan olarak yaşam evrenini gösterir (Timur, 2012:195, 196). Habermas özetle; yaşam evreninin karşılıklı anlaşma ve uzlaşmaya dayalı iletişimsel akıl yoluyla modernitenin beraberinde getirdiği tehditlere karşı kendisini yeniden üretilebilir olduğu ve tüm bireylerin rasyonel bir toplum için iletişim kurmaya ehil olduğu vurgusuyla özne merkezli akıl yerine özneler arası kurulan iletişimsel aklın önceliğine inanır.
 
Modernite - Bilgi - İktidar ve Uzmanlık İlişkisi 
Bauman’a göre; modernite öncesi yönetici sınıf bir anlamda kolektif bir avlak bekçisi iken, moderniteyi yaratan iktidar ise bahçıvan modeli üzerine kurulmuştur. Modernlik öncesi vahşi kültürden modernitenin bahçe kültürüne geçişle birlikte, geleneksel, kendi kendini yöneten kültür yerle bir edilmiştir. Modernlik öncesi halk kültürünün yıkılması; insan ruhlarını ve bedenlerini dönüştürmede ve eğitmede, uzmanlaşmış “yöneticiler, öğretmenler ve ‘toplum’ bilimciler”e olan yeni talebi doğuran temel etmendir. İktidar, bilgiye ihtiyaç duyar, bilgi iktidara meşruluk ve etkililik kazandırır (Bauman, 2003: 62, 63, 66, 84). Gücünü meşrulaştıran bilgiye ihtiyaç duyan modern devlet iktidarı; modern bilim ve teknolojilerden ayrı tutulamaz. Modern devlete başlangıcından itibaren, devletin iktidarını artıracak ve onu daha sağlam temellere oturtacak sistematik bilgi biçimlerine sahip olduklarını iddia edenler; avukatlar, maliyeciler, idareciler ve daha sonra iktisatçılar devlet bürokrasilerine şekil vermişlerdir (Wolin, 1999: 57, 58).
 
17. yüzyılda başlayan modern çağda, bilim ve teknolojinin gelişimine paralel olarak uzmanlık düşüncesi belirginleşmeye başlamıştır. Politika ve ticari kurumlarda bilgi ve konumlarına dayanarak görevlendirilen teknik eğitimli uzmanların ilk tanımlamaları yine bu dönemde yapılmıştır. Bu yüzyılda bilim ve teknolojinin yükselişiyle birlikte Platon’un “filozof-kralı” yerini, Francis Bacon’un verimlilik ve teknik düzen adına yöneten teknik seçkinlere bırakmıştır. Politik iktidarı uzmanlara ve danışmanların bilgilerine dayandırarak inşa etme, rasyonel aklın gücü temelinde toplumsal değişiklikleri yapılandırıcı esaslar ile denetleme eğilimi 18. yüzyıl Aydınlanma ideolojisinin de temelini oluşturmuştur. Bacon’ın “bilgi, güçtür” özdeyişiyle uzmanlığa dayalı görüşü, yeni endüstriyel düzenin ortaya çıkışıyla birlikte artmıştır. 19. yüzyılda ise bilim ve teknik o güne kadarki en büyük gelişimi yaşamıştır. Bu gelişimle birlikte bilimin disiplinlere ayrılması ve meslekleşme gerçekleşmiştir. Sistemli araştırmanın gerçekliğin farklı alanlarda uzmanlaşmasını gerektirdiği yolundaki inanç uzmanlaşmayı da beraberinde getirmiştir (Keskin, 2010: 23, 24, 29).
 
Uzmanlık ile politika ilişkisi üzerine geliştirilen modellerin başında; Weber’e dayandırılan “Karar Vericilik Modeli”, Helmut Schelsky’nin “Teknokratik Modeli” ve Habermas’ın “Pragmatik Modeli” gelir (Keskin, 2010: 93). Modernite teorisinde aynı zamanda, modern devlet içinde uzman ile politikacı arasındaki ilişkiyi de düzenlemeye çalışan Weber, bilim ile politika, profesyonel ile politikacı arasında araçsal bir ilişki olasılığı üzerinde durmuştur. Weber’e göre; uzmanlık bilgisine sahip kurmaylar ile iktidar güdüsüne sahip ve istenç yoğun liderler arasındaki eksiksiz işbölümü, politikanın bilimselleştirilmesini olanaklı kılar. Bu görüşe karşı çıkan Habermas’a göre ise Weber’in “karar vericilik” modelinde; politikacı, uzmanın teknik bilgisinden yararlanır ancak kendini kanıtlama ve iktidar pratiği, bundan da öte karar vermiş bir istenç tarafından ortaya konulmayı gerektirir (Habermas, 2010: 90). Politikacının hizmeti altına giren uzmana iki özellik; ekonomik bağımlılık ve özel bir yetenek (teknik bilgi, uzmanlık alanı) yükleyen modelde politikacı her ne kadar sınırlandırılarak teknik uzmanın bilgisinden yararlanan kişi olarak görülse de, kendini gerçekleştirme arzusu ve iktidar pratiği nedeniyle politik aktörden karar alma iradesi göstermesi beklenmiştir. Özetle model; politikanın bilimin üzerindeki belirleyiciliğine, bilim ile politika arasındaki görevlendirme ve anlaşma sürecine ve uzmanlık bilgisinin politik uygulamaya dönüştürülüp dönüştürülmemesine karar veren politikacıların üstünlüğüne dayanır (Keskin, 2010: 43, 93, 94, 95). Habermas, “Bilimselleştirilmiş Politika ve Kamuoyu” başlıklı makalesinde; Weber’in “karar vericilik” modeliyle birlikte Schelsky’nin geliştirdiği “teknokratik” modeli de eleştirir. Teknokratik modele göre; teknik giderek daha çok devletleşir, devlet ise giderek daha çok teknikleşir. Politik iktidarın önemi, teknisyenin yükselişi ölçüsünde azalır, politika; bilimsel, teknik profesyonellerin yürütme organına dönüşür. Weber’in “karar vericilik” modelindeki, uzmanın politikacıya olan bağımlılığı, bağımlılık ilişkisi bu modelde tersine döner. Teknik devletteki politikacılara pratikte yalnızca kurgusal bir karar verme etkinliği kalır. İnisiyatifin; bilimsel ve teknik tarafa geçtiği bu modelde, Habermas’a göre henüz tamamlanmış bir rasyonelleştirmeden bahsedilemez (Habermas, 2010: 90, 91). Bu iki modele karşılık, Habermas’ın geliştirdiği pragmatik modelde ise uzman ile politikacının işlevleri arasında ayrım yapmanın yerine, eleştirel bir dönüşüm ilişkisi geçer. Model, eleştirel bir karşılıklı ilişki üzerine kurulur ve modelde politikacı ile uzman arasında karşılıklı öğrenme sürecinin inşası amaçlanır. Habermas’a göre modelde; “ne uzman ne de politikacı egemen olur.” Daha çok, bir yanda bilimsel uzmanların karar veren mercilere danışmanlık ettikleri ve bunun tersi olarak da politikacıların bilim insanlarını praksisin gereksinimlerine göre görevlendirdikleri türde dönüşümlü bir iletişim olanaklı ve zorunlu görünür (Habermas, 2010: 91, 92, 93, 94). Modelde hem politikacının hem de bilim insanının iletişime açık olması idealize edilmiştir. Bu modelin en önemli unsurlarından biri; bilim ve politika arasında aracılığın gerekliliğine işaret etmesi; yalnızca politikacı ile uzman arasında bir etkileşimi değil, bu ilişki içinde aynı zamanda bilgilendirilmiş kamuoyunu da dâhil ederek bu ilişkiyi tanımlamasıdır. Bu ilişki içindeki karşılıklı iletişim, bir tarafta karar vericilere danışmanlık hizmeti yapan bilimsel uzmanları, diğer tarafta uygulamalar gerektirdiği için bilim insanlarını görevlendiren politikacıları kapsamaktadır (Keskin, 2012: 101).
 
Bilimselleştirilmiş bir toplumun ancak bilim ve teknik bilgiyi insanların yaşam pratiğiyle de uzlaştırabildiği ölçüde kendini reşit bir toplum olarak kurabileceğine inanan Habermas’ın bu görüşüne, “Yeni Kamu” adlı yapıtında kamu iknasının rasyonelleştirilmesinin, kamuoyunun örgütlenmesini aşındıracağını iddia eden Leon Mayhew’dan önemli eleştiriler gelir. 20. yüzyılda, teknik ve araçsal aklın yükselişinin kamusal tartışma sürecinin etkisini azalttığına inanan Mayhew’a göre; Yeni Kamu’da araçsal etki, kamu iletişiminin kanallarını ve beraberinde mesajlarını büyük ölçüde kontrol eden, böylece de kamu tartışmasının gündemini belirleyen profesyonel uygulayıcıların egemenliği altındadır. Yeni Kamu’nun inşasında amaçlanılanın ne olursa olsun, hâkim ilkenin iknanın rasyonelleştirilmesi olduğunu söyleyen Mayhew, politikanın bilimselleştirilmesini ve akılcılaşmasını eleştirir, kamu iknasının rasyonelleştirilmesinin ve profesyonel iletişimcilerin hâkimiyetinin kamusal tartışma alanının çöküşüne neden olduğunu ilan eder. O’na göre; Yeni Kamu’nun uzmanları, kamu iletişiminin kanallarını ve mesajlarını kontrol altında tutarak, kamuoyuna aktarılacak konuların içeriğini yönetirler ve yönlendirirler. Yeni kamunun aktörleri olan uzmanlar, iknayı rasyonelleştirerek kamunun düşüşünü ilan ederler (Mayhew, 1997: 4, 5, 189, 190).
 
Sonuç
İlk olarak 5. yüzyılda kullanılan ve içeriği sürekli değişse de genel olarak eski’den yeni’ye bir geçişle ilişkilendirilen “modern” kavramında, bir yandan “yeni” (bugün) olan yüceltilerek kutsanırken, diğer yandan da Descartes’ın bilginin insan aklı temelinde yeniden inşa edilebilmesi için “masanın üzerindeki temizlenecekler” olarak gördüğü “eski” (geçmiş) olan yerilmektedir. 17. yüzyılda Avrupa’da başlayan ve sonraları tüm dünyayı etkisi altına alan modernlik; özellikle toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerini anlatırken, modernizm; daha çok sanatsal ve kültürel alanlara işaret etmektedir. Makalede daha çok Max Weber ve Jürgen Habermas’ın görüşleri çerçevesinde ele alınan modernite ise “akıl” kavramı üzerine konumlandırılan ve bilimsel-teknik gelişmelerle modern hayatın hemen her yönüne yansıyan, olumlu özelliklerinin yanında yıkımları da beraberinde getiren bir süreçtir. Alman düşünür Ferdinand Tönnies tarafından Gemeinschaft’tan (topluluk-cemaat) Gesellschaft’a (toplum-cemiyet), bir başka ifadeyle geleneksel topluluktan, kentsel-sanayi toplumuna geçiş olarak ele alınan modernitede (Çiğdem, 2004: 102, 103) aile hayatı; kentsel hayata, ortak irade; bireysel iradeye, kolektif mülkiyet; kişisel mülkiyete dönüşürken, aktörün “adetler ve törelerin” olduğu kırsal hayat ise yerini aktörün “devlet” olduğu ulusal hayata bırakır. Giderek teknoloji ve tekniklerin zorunlulukları etrafında yapılanan modern toplumun temel kurumları da yavaş yavaş akıl ve eylem odaklı teknik yöntemler etrafında düzenlenmeye başlar. Modernite süreciyle birlikte ortaya çıkan modern devlet ise gücünü meşrulaştırmak için bilgiye ihtiyaç duyar. Bu bilgiyi sağlayacak olan da bilim ve teknolojinin gelişimine bağlı olarak yükselmeye başlayan uzmanlıkla birlikte, bilimin disiplinlere ayrılmasıyla alanlarında söz sahibi olan, iktidara yol haritası sunan uzmanlardır. Platon’un “filozof-kralı”nın yerini alan, bilgeden uzmana dönüşen (Keskin, 2012: 23, 175) ve zamanla iktidar seçkinlerinin bir parçası haline gelen profesyoneller, bir taraftan politikanın bilimselleştirilmesini sağlarken diğer taraftan da iknayı rasyonelleştirerek, kamusal alanda yurttaşların kendilerini ilgilendiren konularda fikir alışverişinde bulunma ve tartışma olanaklarını ortadan kaldırırlar. Son olarak; bilgi-iktidar ve uzmanlık arasındaki birbirini besleyen döngünün, “akıl” temeliyle yola çıkan modernite süreciyle birlikte “düşünen, eleştiren ve tartışan insan” yerine genellikle sadece “izleyen ve onaylayan insanı” getirdiği söylenebilir.
 
Dipnotlar
 
1 Immanuel Kant’ın 1784 yılında kaleme aldığı “Aydınlanma Nedir?” Sorusuna Yanıt adlı makalesi şu paragrafla başlar: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır ‘Sapere Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!’ sözü şimdi Aydınlanma’nın parolası olmaktadır” (Ağaoğulları, vd., 2011).
 
2 “Frankfurt Okulu” deyimi; 1923 yılında Frankfurt Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü üyelerinin, Nasyonal Sosyalistlerin iktidara gelmesinden sonra, 1933-1940 yılları arası ABD sürgünündeki dönemi için kullanılır (Kejanlıoğlu, 2005).
 
3 Max Horkheimer’ın yapıtı Akıl Tutulması ile Aydınlanmanın Diyalektiği, “araçsal aklın eleştirisinin” temel yapıtları olarak kabul edilir (Kejanlıoğlu, 2005).
 
Kaynakça
Ağaoğulları, M. A., vd. (2011). Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, İstanbul: İletişim Yayınları.
Bauman, Z. (2003). Yasa Koyucular ile Yorumcular. Çev. Kemal Atakay, İstanbul: Metis Yayınları. 
Çiğdem A. (2004). Bir İmkân Olarak Modernite Weber ve Habermas. İstanbul: İletişim Yayınları.
Fischer, F. (1990). Techocracy and The Politics of Expertise. London: Sage Publications. 
Fleury. L. (2009). Max Weber. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Giddens, A. (1998). Modernliğin Sonuçları. Çeviren. Ersin Kuşdil. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Habermas, J. (1994). Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje. Çeviren. Gülengül Naliş. Postmodernizm içinde. Hazırlayan: Necmi Zekâ. İstanbul: Kıyı Yayınları.
Habermas, J. (2010). İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim. Çev. Mustafa Tüzel. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Kejanlıoğlu, B. (2005). Frankfurt Okulu’nun Eleştirel Bir Uğrağı: İletişim ve Medya. Ankara: Bilim ve Sanat.
Keskin F. (2010). Politik Profesyoneller ve Uzmanlar. Ankara: De Ki.
Kumar. K. (2004). Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları. Çeviren. Mehmet Küçük. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Mayhew, L. (1997). The New Public Professional Communication and The Means of Social Influence. Cambridge: Cambridge University Press. 
Timur, T. (2012). Habermas’ı Okumak. İstanbul: Yordam Kitap.
Wolin, S. (1999). Elle Tutulmaz Demokrasi. Demokrasi ve Farklılık içinde. Yayıma Hazırlayan: Seyla Benhabib. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi Yayını Açılımlar Dizisi 1. 
 
Yasal Uyarı
İsfirmarehberi.com´da yer alan kullanıcıların oluşturduğu tüm içerik, görüş ve bilgilerin doğruluğu, eksiksiz ve değişmez olduğu, yayınlanması ile ilgili yasal yükümlülükler içeriği oluşturan kullanıcıya aittir. Bu içeriğin, görüş ve bilgilerin yanlışlık, eksiklik veya yasalarla düzenlenmiş kurallara aykırılığından İsfirmarehberi.com hiçbir şekilde sorumlu değildir.
Bizi Takip Edin !
Facebook Twitter Google Plus Linkedin Youtube Instagram