Blog / Kaynak Verimliliğinde Güncel Yaklaşımlar
Kaynak Verimliliğinde Güncel Yaklaşımlar
Selin ENGİN / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı
Kavramsal Çerçeve
Doğal kaynakların sürdürülebilir olmayan şekilde tükenmesi, atık ve emisyonların artması, biyoçeşitliliğin azalması ve iklim değişikliği gibi küresel çevre sorunlarının ortaya çıkmasında, kaynak verimli olmayan üretim süreçlerinin yanında sürdürülebilir olmayan tüketim kalıplarının etkileri bilimsel çalışmalarla ortaya çıkmıştır. Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanların yaşam seviyeleri ve refah düzeyleri yüksek olmasına karşın gelişmemiş ülkelerde insanların su, gıda gibi temel ihtiyaç maddelerine erişememesi gibi nedenler sürdürülebilir kalkınmanın amaçlarından birisi olan sosyal eşitlik ve gelişmişlik konularında önemli bir sorun alanı oluşturmaktadır. Şu anda 7,2 milyar olan, 2025 yılında 8,1 milyara 2050’de ise 9,6 milyara çıkması öngörülen dünya nüfusu (UN, 2013), buna bağlı olarak kaynak kullanımının artacak olması ve kaynaklara adil erişimin olmaması gibi nedenlerle, üretim yanında tüketim alışkanlıklarının da acil olarak gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Sanayi devriminden günümüze kadar olan süreçte, ekonomik büyüme ile insanların zenginlik ve refahı, doğal kaynakların yoğun olarak kullanımına bağlı olarak sağlanmıştır. İklim değişikliğinin nedenleri arasında yer alan karbon dioksit (CO2), metan (CH4) ve diazot monoksit (N2O) gibi sera gazlarının atmosferdeki konsantrasyonları incelendiğinde, insan faaliyetlerine bağlı olarak 1750 yılından bu yana sürekli artış gösterdiği ortaya çıkmaktadır. CO2 emisyonu artışının birincil nedeni fosil yakıt kullanımı, ikinci neden ise arazi kullanımındaki değişikliklerdir (IPCC, 2013). Fosil yakıtlar, biyokütle, metaller ve mineralleri kapsayan kaynaklar dikkate alındığında, 2008 yılında kişi başına kullanılan malzeme miktarı, 1980 yılındaki miktara göre 1,6 ton artarak ortalama yaklaşık 10 tona ulaşmıştır (UNIDO, 2013; Greennovate!Europe, 2012).1980’den 2008’e kadar geçen süre içinde doğadan çıkartılarak kullanılan toplam kaynak miktarı ise yaklaşık % 80 artış göstererek, 38 milyar tondan 68 milyar tona yükselmiştir (Dittrich ve diğ., 2012). Politik bir müdahale olmaması halinde bu miktarın 2030 yılında 100 milyar tona çıkması öngörülmektedir (Lutz ve Giljum, 2009, Akt: Eco Innovation Observatory, 2012).
Kaynak kullanımında bir değişiklik olmaması halinde ortaya çıkacak durum çeşitli çalışmalarda incelenmiş olup, mevcut tüketim alışkanlıklarının devam etmesi halinde ise 20 yıl içerisinde küresel kaynak kullanımının 4 katına çıkacağı tahmin edilmektedir. Yine AB verileri incelendiğinde 2020 yılındaki enerji kullanımının 2005 yılı miktarına göre % 9 artacağı öngörülmektedir (European Comission, 2008). Kaynakların dünya çapında mutlak ve kişi başına malzeme tüketimi incelendiğinde; önemli ölçüde bölgesel farklılıklar olduğu görülmektedir. 2008 yılı küresel kaynak kullanım verileri; en yüksek kaynak kullanımının % 28’lik bir payla Çin’e ait olduğunu göstermektedir. Çin’in ardından % 13 ile ABD ve % 7 ile Hindistan kaynak kullanımında ilk üç sırayı paylaşmaktadır. Çoğunluğunu OECD ülkelerinin oluşturduğu 15 yüksek tüketime sahip ülke ile birlikte Çin, ABD, Hindistan, Brezilya ve Rusya; küresel kaynak kullanımının % 75’ine sahiptir. En düşük ve en yüksek malzeme tüketimine sahip bölgeler arasında 11 kata varan fark bulunmakta olup en düşük tüketime sahip 100 ülke, küresel malzeme kullanımının sadece % 1,5’ini oluşturmaktadır. İthalat ve ihracat verileri incelendiğinde ise Avrupa’nın 400 milyon ton ile en büyük malzeme ithalatçısı konumunda olduğu, Latin Amerika ve Avusturalya’nın ise dünya pazarlarındaki en büyük tedarikçiler olduğu görülmektedir (Dittrich et al., 2012). Avrupa’da, kaynakların verimli kullanılmaması nedeniyle ortaya çıkan maliyet ise yıllık 630 milyar Euro olarak hesaplanmıştır (European Parliement, 2012; Akt: Greennovate!Europe, 2012).
1990’lardan Günümüze Kaynak Verimliliği Yaklaşımları
1990’lı yıllardan itibaren ortaya çıkan temiz üretim, kirlilik önleme, yeşil verimlilik ve eko-verimlilik gibi farklı kavramlarla atığı kaynağında önleyerek daha az kaynak kullanmak olarak ifade edilen çevreye duyarlı üretim stratejileri; değişen rekabet ve pazar koşulları ve uluslararası anlaşmaları kapsayan süreç ile birlikte günümüzde sürdürülebilir üretim ve tüketim ile kaynak verimliliği kavramlarına vurgu yapmaktadır.
Gelecek kuşakların ihtiyaçlarından ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılayabilmek olarak ifade edilen sürdürülebilir kalkınma kavramı ilk olarak 1987’de Bruntland Raporu’nda tanımlanmıştır. Sürdürülebilir tüketim ve üretim kavramı ise 1992 Rio’daki Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda ortaya atılmıştır. Bu konferansı izleyen ve 10 yıl sonra 2002’de Johannesburg’da gerçekleştirilen Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde, sürdürülebilir bir kalkınma sağlayabilmek için toplumların tüketim ve üretim kalıplarında değişiklik yapmanın kaçınılmaz olacağı sonucuna varılmıştır.
Temiz üretim kavramı, ilk olarak 1990’ların başında Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından “bütünsel ve önleyici bir çevre stratejisinin proseslere, ürünlere ve hizmetlere sürekli olarak uygulanması ile verimliliği artırmak, insan ve çevre üzerindeki riskleri azaltmak” olarak tanımlanmıştır. Son yıllarda doğal kaynakların aşırı kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan gelişmeler nedeniyle temiz üretim tanımı, UNEP tarafından kaynak verimliliğini de içerecek şekilde genişletilmiş olup yeşil endüstri ve yeşil büyümeye geçiş sürecindeki temel faktörlerden birisi olarak ifade edilmektedir. UNEP tarafından tanımlanan “kaynak verimli temiz üretim” kavramı; üretim verimliliği, çevre yönetimi ve sosyal sorumluluk konularına odaklanmaktadır. Bu tanım çerçevesinde üretimde verimlilik artışı, üretim döngüsünün tüm aşamalarında doğal kaynak kullanımının optimizasyonu ve verimli kullanımı ile gerçekleştirilebilmektedir (UNEP, 2013). Sürdürülebilir tüketim ve üretim kavramıyla büyük ölçüde örtüşen kaynak verimliliği; sosyal refah seviyesinin geliştirilmesi, kaynak kullanımının azaltılması ve kaynak kullanımına bağlı çevresel etkilerin azaltılmasını amaçlamaktadır (Garbers ve Srebotjnak, 2012).
1992’de Rio’da gerçekleştirilen Dünya Zirvesi’nin yirmi yıl ardından, 2012’de Brezilya’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı (Rio+20); küresel düzeyde yoksulluğu azaltmak, sosyal eşitliği geliştirmek ve çevre korumayı sağlamak üzere hükümetlerden, özel sektörden, sivil toplum kuruluşlarından ve diğer gruplardan binlerce kişiyi bir araya getirmiştir. Yeşil ekonomi kavramı, Rio+20 Konferansı “İstediğimiz Gelecek” çıktısında, sürdürülebilir kalkınmaya ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasına hizmet edecek en önemli araçlardan biri olarak tanımlanmaktadır (BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı, 2012). Yeşil Ekonomi, UNEP tarafından “çevresel risklerin ve ekolojik kıtlıkların önemli derecede azaltılarak insan refahı ve sosyal eşitliğin geliştirilmesi” olarak tanımlanmaktadır (UNEP, 2014). İstediğimiz Gelecek belgesinde, yeşil ekonomi politikalarının; sürdürülebilir üretim ve tüketim modellerini teşvik etmesinin gereğine vurgu yapılmaktadır (BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı, 2012).
Mevcut küresel ekonomi ile yeşil küresel ekonomi karşılaştırıldığında çevresel, sosyal ve ekonomik açıdan ortaya çıkması öngörülen kazanımlar Tablo 1’de özetlenmektedir (Eco-Innovation Observatory, 2013). Mevcut üretim ve tüketim alışkanlıkları ile ortaya çıkan çevresel, sosyal ve ekonomik gelişmeler incelendiğinde dünya kaynaklarının, ülkeler ve insanlar arasında eşit dağılmadığı ve doğal kaynak kullanımının dünya kapasitesinin üstünde olduğu görülmektedir. Ulaşılmak istenen yeşil ekonomi ise kaynak kullanımının dünya kapasitesi sınırları içinde olmasını öngörmektedir. Ayrıca kaynak kullanımının daha adil dağılımı ve ekonomik gelişmenin kaynak kullanımından ayrışması da bu çerçevede amaçlanan hedeflerdir.
Tablo 1. Yeşil Ekonominin Sağlayacağı Kazanımlar
Mevcut Küresel Ekonomi
Yeşil Küresel Ekonomi
Çevresel
Yenilenebilir kaynakların tekrar oluşabilmesi, tüketimin mevcut seviyesinde ortaya çıkan CO2’yi absorblaması için 1,5 dünyaya ihtiyaç vardır.
Kaynak çıkarımı ve emisyonlar, dünya kapasitesinin sınırları içerisindedir. Bu durum birincil malzemelerin, toprağın, su ve enerjinin toplam tüketiminin azaltımını gerektirmektedir.
Sosyal
870 milyon insan 2010-2012 yılları arasında yeterli beslenememiştir. 2008 yılında 1,29 milyar insan aşırı yoksullukla karşı karşıya kalmıştır. Sanayileşmiş ülkelerde yaşayanlar, az gelişmiş ülkelerde yaşayanlara göre 20 kata kadar daha fazla kaynak tüketmektedir.
Mevcut küresel kaynakların dünya çapında daha adil olarak dağılımını sağlayacaktır. Bu durum AB için kişi başına kaynak kullanımının önemli derecede azalması anlamına gelmektedir.
Ekonomik
Ekonomik refah düzeyi, kaynak kullanımına bağlı olarak 2 katına çıkmıştır. AB için göreli ayrışma söz konusu olmasına karşın, mutlak ayrışma söz konusu değildir.
Ekonomik refah, birincil kaynak kullanımına oranla 2 kat ayrışma sağlayacaktır. Bu durum AB için, ekonominin kaynak verimliliği, geri kazanım, yeniden kullanım ve yeni iş modelleri konularında gelişme fırsatları aramasını gerektirmektedir.
2010 yılında, Avrupa Çevre Ajansı ve Avrupa Sürdürülebilir Tüketim ve Üretim Merkezi tarafından ulusal kaynak verimliliği politikalarının geliştirilmesinde ve uygulanmasında ulusal deneyimlerin toplanması, analiz edilmesi ve bilginin yaygınlaştırılmasının yanında deneyimlerin ve iyi uygulamaların paylaşımlarının kolaylaştırılması amacıyla bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonucunda ortaya çıkan önemli bulgulardan biri “kaynaklar” ve “kaynak verimliliği” kavramlarına yönelik ortak bir algının ve tanımın olmamasıdır. Kaynak verimliliği kavramı için; ayrışma, kaynakların sürdürülebilir kullanımı, doğal kaynak kullanımının en aza indirilmesi gibi farklı terimlerin aynı anlamda kullanıldığı görülmüştür. Ülkelerin ekonomi ölçekli veya sektör spesifik kaynak verimliliği politikalarındaki öncelikli kaynakları kapsamında; biyokütle, enerji taşıyıcıları, mineraller ve hammaddeler, atık, toprak, su, biyoçeşitlilik, hava, deniz başlıkları yer almaktadır. Bu sonuçlar, çoğu ülkede doğal kaynaklar denilince hammaddelerin de ötesinde geniş bir kaynak algısının olduğunu göstermektedir. Kaynak verimliliği ile ilgili ölçülebilir ve somut hedeflerin genellikle atık, enerji kullanımı ve enerji verimliliği, sera gazı emisyonlarının azaltılması ve organik tarım için kullanılan arazi miktarının artırılmasına yönelik olduğu görülmüştür. Çalışmada, kaynak verimliliği politikaları, genellikle iki faktörden etkilendiği, bunlardan birisinin çevre (örneğin, çevresel bozulma ve sürdürülebilir kalkınma ile ilgili kaygılar) diğerinin de ekonomi (örneğin enerji krizi, yükselen kaynak fiyatları, köklü bir ekonomik reform ihtiyacı, gelecekte ortaya çıkabilecek kaynak kıtlığı ve ithalata bağımlılığın azaltılması) olduğu ortaya çıkmıştır. Bu iki faktörün birbirlerine öncelik durumları konusunda net bir sonuca varılmamakla birlikte AB politikaları, ülke düzeyinde politika geliştirme konusundaki güçlü faktörlerdir (European Environment Agency, 2011).
Yaşam Döngüsü Bakış Açısıyla Kaynak Verimliliği
Son yıllarda yaşanan ekonomik krizler nedeniyle, artan kaynak fiyatları ve bu fiyatlardaki dalgalanmalarla karşı karşıya kalan üreticiler, gerek üretim gerekse hizmet süreçlerinde operasyonel istikrarı sağlamak ve maliyetlerini en aza indirmek amacıyla çaba göstermektedir. Çevre dostu üretim yapılarak, üreticilerin ve tüketicilerin sağlayacağı ekonomik, çevresel ve sosyal kazanımlar fark edilmeye başlanmış olup buna yönelik olarak ürünün tüm yaşam döngüsünü kapsayan süreçler incelenerek çevresel etkilerin azaltılması yönünde çalışmalar gerçekleştirilmektedir.
İmalat sanayi, dünyadaki kaynak kullanımının ve atık oluşumunun önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Dünya çapında, imalat sanayinin enerji tüketimi 1971’den 2004’e kadar % 61 oranında artmıştır. İmalat sanayinin enerji tüketimi günümüzde küresel enerji kullanımının neredeyse üçte birini oluşturmakta ve küresel CO2 emisyonunun % 36’sını meydana getirmektedir (IEA, 2007; Akt: OECD, 2009). Doğal kaynaklar üzerindeki etkisi değerlendirildiğinde, imalat sanayinin, sürdürülebilir bir büyüme sağlanması sürecindeki etkisi açıktır. Sürdürülebilir bir endüstriyel büyüme sağlanması, büyük oranda üretim ve hizmet süreçlerinde kaynak verimli üretim yöntemlerine bağlıdır. Bu kapsamda, mevcut endüstrilerin yeşil hale getirilmesi ve yeni yeşil endüstrilerin teşvik edilmesi gerekmektedir (Garbers ve Srebotjnak, 2012).
Bir sistemin girdi ve çıktılarını karşılaştıran verimlilik kavramı; mikro ölçekteki bir ürün, işletme veya bir evden makro ölçekteki bir şehre, bölgeye, sektöre veya ülkeye kadar gözlenebilmekte ve ölçülebilmektedir (RECP, 2010). Ürünün yaşam döngüsü boyunca kaynak verimliliğinin artırılması; çevre dostu ürün tasarımı, üretim prosesinde verimlilik artışı ve değer zincirinin optimizasyonu olmak üzere 3 temel alanda gerçekleştirilebilmektedir; (Greennovate!Europe, 2012). Bir ürün veya işletme düzeyindeki kaynak verimliliği, genellikle üretim prosesindeki iyileştirmelerle sağlanmaktadır. İşletmelerin en fazla kontrole sahip olabildikleri süreçlerin üretim faaliyetleri olması nedeniyle, kaynak verimliliği çalışmalarında öncelikle üretime odaklanmaktadırlar. Gelişmekte olan ülkeler ve geçiş ülkeleri başta olmak üzere (RECP, 2010) AB ülkelerinde bu iyileştirmelere yönelik önemli potansiyel mevcuttur. Öncelikle üretim sistemlerini dikkate alan işletmeler, iş stratejilerini kaynak verimliliği ve sürdürülebilir üretime uyumlu hale getirebilmek için “3R - Azalt (Reduce), Geri dönüştür (Recycle), Yeniden kullan (Reuse)” stratejisini dikkate almaktadır. Bu strateji, işletmelerin, sürdürülebilir üretim yöntemleri ile malzeme ve enerji verimliliklerini en yüksek düzeye çıkarmalarını amaçlamaktadır. UNIDO Temiz Üretim Merkezleri tarafından elde edilen deneyimler ve literatürden sağlanan bilgiler, gelişmekte olan ülkelerde, işletmelerin malzeme ve enerji kullanımının gelişmiş ülkelerden 3 kat veya daha fazla oranda yüksek olduğunu göstermektedir. Malzeme ve enerji maliyetleri açısından bakıldığında, bu maliyetlerin toplam işletme maliyetlerinin % 40-60’ını oluşturduğu görülmektedir. Bu bilgiler ışığında, 3R stratejisinin uygulanmasının sadece çevresel açıdan değil ekonomik açıdan da önemi görülebilmektedir (UNIDO, 2011).
Ekonomi ve çevre arasındaki etkileşimin anlaşılması ile birlikte kaynak verimliliğini artırma noktasında; hammadde çıkarımı, üretim, kullanım ve kullanım sonrası süreçleri de kapsayan tüm yaşam döngüsü boyunca oluşan çevresel etkilerin dikkate alınması gereği ortaya çıkmıştır. Kaynak verimliliğinin artırılmasına yönelik olarak her bir kaynak girdisi başına daha fazla değer sağlama ve toplumdaki hızlı tüketimi azaltma hedefi, hem Avrupa’da hem de dünyanın diğer ülkelerinde üretim bazlı prosesler yerine tüm yaşam döngüsünün dikkate alındığı bakış açısıyla gerçekleşebilecektir (Eco-Innovation Observatory, 2013). Bir ürünün tasarım aşaması, malzemenin seçiminden kullanım sonrasındaki geri dönüşebilirliğine kadar olan aşamalara karar verilen süreçtir. Bir ürünün yaşam döngüsü boyunca ortaya çıkan çevresel etkisinin % 70-80’nin tasarım aşamasında belirlenebileceği gösterilmiştir (Greennovate!Europe, 2012). Ayrıca, ürün tasarım süreçlerinde gerçekleştirilecek iyileştirmeler yoluyla geri kazanım ve yeniden kullanım potansiyelinin artması ve malzeme kullanımında % 30’a varan azalma sağlanması söz konusudur. Bunların daha da ötesinde, malzeme ve ürün bileşenlerinin üretimde yeniden kullanılması yoluyla, işletmeler üretim maliyetlerini yarı yarıya azaltabilecektir (McKinsey, 2012). Buna karşın, sürdürülebilirliği ve kaynak verimliliğini etkileyen faktörlerin önemli bir kısmı da üretim süreci dışında, tüketiciyi de kapsayan değer zinciri boyunca gerçekleşmektedir (McKinsey, 2012; Eco-Innovation Observatory, 2012).
Sonuç ve Değerlendirme
Son yıllarda geleneksel üretim yöntemlerinin, kaynak verimliliğini sağlamada ve çevresel performansı artırmada yetersiz kalmaya başlaması nedeniyle, endüstrinin yeniden yapılanması ve sürdürülebilir iş modellerinin geliştirilmesi gereği ortaya çıkmıştır. Çevre, sadece kaynak sağlayan ve maliyet getiren bir unsur olmaktan çıkarak karar alma, üretim ve hizmet süreçlerine dahil edilmeye başlanmıştır. Çevresel baskılar, oluşan yeni pazarlar ve kıt olan kaynaklar nedeniyle kalkınma ve ekonomik büyüme yeniden tanımlanmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede, çevre ve ekonomi arasındaki ilişki ve etkileşim, daha sürdürülebilir üretim sistemleri ile düşük karbonlu ve kaynak verimli bir yeşil büyümenin sağlanması için uluslararası alanda itici bir unsur oluşturmaktadır.
1990’lardan sonra kaynak kullanımındaki hızlı artışın fark edilmesi nedeniyle kaynak verimliliğinin artırılmasına yönelik çeşitli araç ve yaklaşımlar geliştirilmiştir. Uluslararası alanda, kaynak verimliliği ve sürdürülebilir tüketim ve üretim kavramlarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar incelendiğinde; standartlar ve zorunlu etiketler, vergi ve masraflar, teşvik ve yatırımlar, kampanyalar, eğitim, gönüllü etiketler, şirket raporları, reklamlar, kamu satın alımları, tüketici davranışının anlaşılmasına ilişkin çalışmalar, politika araçlarının birleştirilmesi ve kurumsallaşma gibi uygulamalar karşımıza çıkmaktadır. Ülkeler, kendi öncelikleri doğrultusunda kaynak verimliliklerini artırmaya yönelik çeşitli politika belgeleri ve eylem planları oluşturmakta ve kaynak verimliliği göstergeleri oluşturmaktadır. 1990’lı yıllardan bu yana, sürdürülebilir üretim konusu pek çok ülke ile birlikte Türkiye’nin de gündeminde yer almaya başlamış ve ilgili üst politika belgeleri ile Avrupa Birliği’ne uyum doğrultusunda hazırlanan ulusal planlara sürdürülebilir üretim odaklı yaklaşımlar ve tedbirler girmeye başlamıştır. Ülkemizde sanayinin daha yeşil hale getirilmesi sürecinde, kaynak verimliliği fırsatlarının değerlendirilmesi ve bu yolla sanayinin uluslararası rekabet gücünün artırılmasına katkı sağlayacak şekilde sürdürülebilir üretim uygulamalarının yaygınlaştırılması önem teşkil etmektedir.
Kaynakça
1. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı (Rio+20) Rio de Janeiro, İstediğimiz Gelecek, Brezilya 20-22 Haziran 2012 Konferans Çıktısı, http://www.uncsd2012.org.
2. Dittrich M, Giljum, S., Lutter, S., Polzin, C., Green Economies around the world? Implications of resource use for development and the environment, 2012.
3. European Commision, Fact Sheet: Sustainable Consumption and Production - a challenge for all us, 2008.
4. Eco Innovation Observatory, Closing the Eco-innovation Gap: An Economy Opportunity for Business Annual Report, 2012.
5. Eco-innovation Observatory, Europe in transition: Paving the way to a green economy through eco-innovation eco-innovation observatory, Annual Report 2012, January 2013.
6. European Environment Agency, Resource Effıciency in Europe - Policies and approaches in 31 EEA member and cooperating countries, 2011.
7. Garbers M. H., Srebotnjak, T., Ecologic Briefs, Integrating Resource Efficiency, Greening of Industrial Production and Green Industries, Scoping of and recommendations for effective indicators, 2012.
8. Greennovate!Europe, Guide to resource efficiency in manufacturing, 2012.
9. McKinsey&Company, McKinsey on Sustainability and Resource Productivity, 2012.
10. IPCC, Climate Change 2013, Summary for Policiymakers, 2013.
11. OECD, Sustainable Manufacturing and Eco-innovation-Framework, Practices and Measurement Synthesis Report, 2009.
12. RECP, Joint UNIDO-UNEP Programme on Resource Efficient and Cleaner Production in Developing and Transition Countries, Programme Flyer, April, 2010,
13. UN, Department of Economic and Social Affairs, Population Division, World Population Prospects: The 2012 Revision, Press Release, 13 June 2013.
14. UNEP, Division of Technology, Industry, and Economics, Resource Efficient and Cleaner Production, http://www.unep.fr/scp/cp/, Erişim Tarihi: 25.09.2013.
15. UNEP, Green Economy, http://www.unep.org/greeneconomy, Erişim Tarihi: 10.01.2014
16. UNIDO, Green Growth From labour to resource productivity, Best practise examples, initiatives and policiy options, 2013.
17. UNIDO, Green Industry for a Low-Carbon Future, A greener footprint for industry, 2011.