Blog / Boş Zaman ve Verimlilik
Boş Zaman ve Verimlilik
Gürsu Sezen TORUN / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı
Basitçe girdi ve çıktı arasındaki oran olarak tanımlanan verimlilik kavramı tüm alanlara sirayet eden bir kavramdır. Sporda, çalışmada, tatilde vs. verimlilik yaklaşımlarını kullanmak vazgeçilmezmiş gibi dayatılmaktadır. “Boş zaman” da verimli olma zorunluluğundan nasibini alan bir kavramdır. Günümüz üretim sisteminin getirisi olan çalışma ilişkilerinin verimlilik ile olan ilişkisi bilinmekle birlikte, bu çalışmanın amacı, daha dar bir perspektiften konuyu ele alarak Taylorizm ve Fordizm üzerine düşünmektir. Verimlilik kavramı ile Taylorizm ve Fordizm arasında ilişki kurarak; bu ilişkinin işçinin boş zamanı üzerindeki iktidarını tartışmaktır. Bu doğrultuda ilk olarak çalışma ve boş zaman kavramları incelenecek; sonrasında Taylorizm ve Fordizm kendi içlerinde değerlendirilecektir. Bu noktadan hareketle, iki üretim biçiminin de verimlilik ile ilişkisine değinilerek, boş zaman kavramının verimli olmak adına nasıl doldurulduğu ve disipline edildiği gösterilmeye çalışılacaktır.
Çalışma ve Boş Zaman
Çalışmayı anlamlandırmak ve tanımlamak kolay bir iş değildir. Tanımlamanın ve anlam atfetmenin zorluğu ona sınır çizmenin zorluğundan gelmektedir. Her tanımlama bir sınır çizme olacağı için dışarda bırakabileceği ve/veya içine alabileceği şeyleri belirlemek zordur. Sınır çizmenin zorluğuna bir de çalışmaya atfedilen anlamın toplumdan topluma, aynı toplum içinde dönemden döneme değişmesi de eklenmektedir. Şu durumda, değerden arındırılmış evrensel bir tanımda uzlaşmak mümkün müdür? Grint’e göre (1998: 42), çalışma sabit ve evrensel anlamı olmayan, sosyal olarak inşa edilmiş bir kavramdır. Dolayısıyla çalışma, inşa edildiği toplumun kültürel, sosyal ve ekonomik değerlerini de bünyesinde barındıran bir kavramdır. Zira bir şeyin çalışma ya da boş zaman ya da her ikisi de olup olmadığı var olan zamansal, mekânsal ve kültürel durumlara bağlıdır (Grint, 1998: 6).
Çalışmak, Eski Yunan’da istenmeyen bir durum olarak sadece toplumun belirli kesimleri tarafından yapılırken (felsefecilerin zihinsel üretimlerini çalışma dışında tutarsak), Weber’in Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu kitabında dini bir gereklilik, dünyevi çile olarak kendine yer bulmaktadır. Özetle, zaman zaman yapılan bir günahın cezası şeklinde kendini gösteren çalışma, bazen de dini bir yükümlülük olarak ortaya çıkmaktadır.
Grint’e (1998: 1) göre çalışmanın muğlak bir doğası vardır; çalışma çoğu insanın yaşamının önemli bir kısmını teşkil eder ve çoğunlukla kişisel değerin bir ifadesi olarak kabul edilmiştir; çalışma ile statü, ekonomik kazanç, dini inanışın bir göstergesi ve kişisel potansiyel ortaya konulmuştur. Bununla beraber çalışma bunun tersi değerlendirmeleri de somutlaştırır; çalışma cezalandırma kamplarına dönerek emek üzerinde yıpratıcı, ağır ve cezalandırıcı koşullar yaratmaktadır. Marx, çalışmayı kendini gerçekleştirme olarak tanımlar. Marx’a göre kapitalizm, çalışma dünyasını tersine çevirmiş ve işçilerin kendilerini gerçekleştirmelerini engellemiştir; dolayısıyla çalışma, insancıl olmamanın, yabancılaşmanın ve sömürünün kaynağıdır (Grint, 1998: 21).
Nüfusu ekonomik olarak aktif ve ekonomik olarak aktif olmayan diye ikiye ayırarak çalışmayı ekonomik olarak aktif olan grubun yaptığı bir faaliyet olarak ele almak da günümüzde yaygın bir şekilde kendine yer bulan bir tanımlamadır. Özellikle devlet tarafından yapılan bu tanımlamada, ekonomik olarak aktif nüfusun yaptığı aktivite istihdam ile ilişkilendirilip ücret alan, vergisini ödeyen ve sosyal güvencesi olan insanlar çalışanlar olarak tanımlanmaktadır (Grint, 1998: 8). O halde, ücret karşılığında yapılan işler çalışma kapsamına girmektedir. Bu tanımlamadaki aksaklık, kadın emeği ve aile içi ücretsiz emeği dışarda bırakmasından gelmektedir. Şu durumda, bir kadının ev içinde yaptığı işler tanım gereği hiçbir şeydir. Ya da tarımda ücretsiz aile içi emeğin yaptığı da aslında hiçbir şeydir.
Çalışmanın tanımlanmasında yaşanan zorluk doğal olarak boş zamanın tanımlanmasını da zorlaştırmaktadır. İşin nerede bittiği ve boş zamanın nerede başladığı konusu tartışmalı bir konudur. Boş zaman nedir? Zaman içinde çalışma nerede başlar ve nerede biter?
Çalışma ve boş zaman ayrımları üzerine tartışmalara geçmeden önce endüstri toplumlarında zaman kavramına bakışın öncesine göre nasıl değiştiğine değinmek gerekmektedir. “Zaman kavramı modern toplumlarla birlikte ortaya çıkmış bir kavramdır” önermesinin doğruluğu muhakkak ispatlanabilir niteliktedir. Bu demek değildir ki, modern toplumlardan önce zaman kavramı yoktu, o zaman da vardı; fakat modern toplumlarla birlikte zamanın değeri ve önemi arttı. Modern öncesi toplumlarda da belirli zaman aralıklarında yapılan aktiviteler vardı- ibadetler, ritüeller, tarımsal uğraşlar gibi- fakat zamanın çeşitli anlara bölünmesi ve o bölünmüş anlar içinde yapılacakların belirlenmesi tam da modern zamanları işaret eden bir durumdur. Belli bir saatte kalkıp, belli bir saatte işe gitmek, belli bir saatte çalışmak, belli bir saatte acıkmak, belli bir saatte eve gelmek, belli bir saatte uyumak modern zamanların getirisidir.
Modern öncesi ilkel toplumlarda çalışma ve boş zaman birbirinden bariz bir şekilde ayrılmamışken endüstriyel toplumlarda söz konusu ayrım oluşmaya başlamıştır. Kapitalist üretim sisteminin ilk zamanlarında çalışma ve çalışma dışı zaman arasındaki ayrım genellikle çalışma sürelerinin uzatılması lehinde olmaktadır. Oysa özellikle yaşadığımız yüzyılda, üretim süreçlerindeki teknolojik ilerlemelerin de mümkün kılması ile çalışma ve çalışma dışı zaman süreçleri arasındaki dengenin giderek çalışma dışı zamanın lehine bozulmaya başladığı görülmektedir ve Paul Lafargue’nin de dile getirmiş olduğu “tembellik hakkı” talebinin sistem tarafından tamamen olmasa da kısmen meşru bir “hak” olarak tanınmış, içselleştirilmiş ve kurumsallaştırılmış olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır (Argın, 1992b: 29). Tüm dönüşümlerde olduğu gibi bu dönüşümün de siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel sonuçları vardır. Özellikle Calvanist etik ile ilişkilendirilen üretim sistemi kurulduğu andan itibaren çalışmayı onurlandıran, israfı, zevk ve eğlenceyi daha aşağı konumlarda gören bir mantığa sahiptir. Oysa ilerleyen yıllarda sistem devamlılığını sağlayabilmek açısından boş zamana verilen değeri kendi kontrol ve denetim mekanizmaları içerisinde artırmıştır.
Çalışma ve çalışma dışı zaman süreçlerinin dönüşümü ile ilgili iki uç görüş vardır; tutucu yaklaşımlar ve ütopyacılar. Tutucu yaklaşım, boş zamanı çalışmaya bağlı bir zaman dilimi olarak ele almakta ve onun çalışmanın ürünü olduğunu vurgulamaktayken; ütopyacı yaklaşım da birçok şeyle birlikte çalışmanın da sonunun gelmiş olduğundan bahsetmektedir (Argın, 1992b: 30). Kısaca, tutucu yaklaşım boş zamanı çalışmanın bir parçası olarak ele almakta, ütopyacı yaklaşım da her şeyin değiştiğini vurgulamaktadır. İki uç yaklaşımında kendilerine göre eksikleri vardır.
Çalışma ve boş zaman arasında oluşan bu ayrımın temelinde, yaşamak için emeğini belirli bir süreliğine, belirli bir ücret karşılığında satmak zorunda kalan sınıfların oluşmasının etkisi şüphesiz ki büyüktür. Ücretli emeğin yaygınlaşmasıyla çalışma ve çalışma dışı zaman ayrımları belirginleşmiştir. Kapitalist üretim sisteminin başından itibaren ücretli emek ve çalışma zamanı önemli bir değerken, ilerleyen aşamalarda çalışma dışı zamanda önem kazanmıştır; çünkü üretimin devam edebilmesi için üretilenleri tüketecek kişilere ihtiyaç vardır. Dolayısıyla, üretim sisteminin emek süreçlerine olan ilgisi emeğin yeniden üretim koşullarına olan ilgisine doğru evrilmiştir denilebilir.
“Boş zamanın” boş bırakılamayacak kadar değerli ve üretim sistemi tarafından fethedilmesi gereken bir olgu olmasının altını çizen Argın, bu durumun iki temel anlamı olduğundan bahseder. İlk anlamı, tüketime duyulan ihtiyaç nedeniyle insanların daha fazla serbest zamana sahip olmaları gereği ve bu toplumsal serbest zamanın da daha fazla eğlence ve hizmet sektörüne yöneltilerek yeni kazanç alanlarının açılması icabıdır. İkinci anlamı da boş zaman süreçlerinin kitleleri her türlü toplumsal sorun karşısında kayıtsızlaştırmanın, apolitikleştirmenin en önemli ve etkili aracı olarak görülüyor olmasıdır (Argın, 1992b: 36-37). Dolayısıyla, “boş zaman” tüketim zamanı olarak ele alındığı ve sistemin devamlılığı için gereklilik olarak görüldüğü için eleştirilmektedir. “Boş zaman” o kadar da “boş” değildir; üretim dışındaki aktivitelerle doldurulması gereken önemli bir zamandır. Bu aktivitelerin büyük bir kısmı da tüketim aktivitelerinden oluşmakta ve genellikle eğlence ve hizmet sektörüne yönelmektedir. Bu bağlamda, kapitalist üretim sistemi üretimin devamlılığı için “boş zamanı” yönlendirerek doldurmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan, “boş” bırakılamayacak kadar değerli olan “boş zaman” tüketim kanalları için yeni pazarlar açması bakımından değerlidir.
“Boş zaman” içinde bulunduğumuz üretim sisteminde çalışanın çalışma dışı zamanında yaptıkları, özellikle tükettikleri üzerinden değer kazanmaktadır. Üretim endüstrisi gibi tüketim endüstrisi oluşmakta ve çalışanları boş zamanlarında bu endüstriye davet etmektedir. Bununla birlikte, içinde bulunduğumuz üretim sistemi çalışanı hep eksiklikleriyle tanımlamasıyla meşhurdur. Buna göre, sistem özgürlükçü ve liyakata dayanan bir sistemdir. Dolayısıyla, eşit koşullarda yarışanlardan oluşan bir pazarda, yetersiz kalan ve herhangi bir şekilde çalışamayan kişinin çalışmamasının nedeni kendi eksikliğidir. Örneğin, ona göre yabancı dili yoktur, ona göre bilgisayar kullanmayı bilmiyor gibi nedenlerle kendinde bir eksik vardır ve o eksik pazarda yer bulmak için tamamlanmalıdır. Böylelikle, sistem kendi eksikliğini örtmek ve bulanıklaştırmak için çalışana senin eksiğin var demektedir. Bu durum, çalışanın eksiklikleri üzerinden kurulan yeni bir pazarın açılmasını sağlamıştır. Bir anda hızlıca artan dil kursları, bilgisayar kursları, sertifika programları vs. hepsi sistemin kendini devam ettirebilmesi için ihtiyaç duyduğu yedek işgücü ordusunun hayallerini besleyen bir endüstriye dönmüştür. Egemen toplumsal sistem eksiklerini tamamladıktan sonra işgücü piyasasında daha iyi konumlarda yer edinilebileceği ihtimalini sunmaktadır. Bu durumda çalışan, boş zamanında da eğitime gidiyor, dil öğreniyor, kendine daha iyi bir yer edinebilmek için var olabilmek için boş zamanını “boş” olmayan aktivitelerle dolduruyor. Dolayısıyla, üretim sisteminin ilk dönemlerinde “boş zaman” çalışma için bir durak olarak çalışanın kendini yeniden üretmesi için gereken zaman olarak ele alınırken, sonrasında kontrol ve denetim altında disipline edilen zaman haline dönüşmüştür.
Bilimsel Yönetim Yaklaşımı (Taylorizm)
Bilimsel Yönetim Yaklaşımı Amerika’da Frederick Winslow Taylor tarafından imalat sanayinde geliştirilen iş akışlarının analizinden oluşan bir yönetim yaklaşımıdır. Taylor hem ideolojik olarak geliştirdiği, hem de deneyler yaparak uygulamaya koyduğu işin örgütleniş biçimi ve yönetimi konusundaki yaklaşımını 1911 yılında “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” kitabında toplamış ve Taylorizm denilen kapitalist emek sürecinin organizasyonu ve kontrolündeki temel ilkeleri oluşturmuştur (Ansal, 1999: 9).
Taylorizm esas hedefi işletme içi verimliliği ve kârlılığı artırmaktır. Bu nedenle, üretim sürecinde kontrolün tümü yönetime geçmekte ve işçilerin yapacağı bütün işler en ince ayrıntısına kadar önceden belirlenmektedir (Suğur, 2011b: 120). Bu yaklaşıma göre, bir işçi tarafından yapılacak işler en ince ayrıntısına kadar yönetici tarafından belirlenmekte ve işçiden ona verilen talimatlar doğrultusunda çalışması beklenmektedir. Temel mantık çalışan işçilerden daha fazla yararlanmak ve işçilerin daha verimli çalışmalarını sağlayarak üretimi artırmaktır. Dolayısıyla Taylorizm, makine başındaki işçinin davranışlarını, birim zamanda en fazla üretimi gerçekleştirecek biçimde düzenlemeye dayanan sistemdir (Erdoğdu, 2012: 58).
Taylor işçilerin bazı temel yeteneklerden yoksun oldukları fikrini verili olarak kabul etmiştir. Ona göre işçiler iş geliştirme için yeterli zihinsel kapasiteye sahip değildir. Ayrıca, aptallık ve kaytarmacılık gibi bazı doğal özelliklere sahip oldukları için de, tamamen pasifize edilmeleri ve makinanın basit bir uzantısı durumuna indirgenmeleri gerekmektedir (Ansal, 1999: 9). Dolayısıyla, işçilerin yapacakları işler en küçük ayrıntısına kadar bölünerek belirlenmeli ve işçiden sadece verilen talimatlar çerçevesinde işlerini yapmaları beklenmektedir. Yapılacak iş üzerine düşünmeleri ve o işi geliştirmeleri beklenmemektedir. Bu bakımdan, Taylor işin tasarımını işin yapılmasından ayırmıştır. İşin tasarımını ve yönetimini yönetici yaparken, yöneticinin direktifleri doğrultusunda çalışması gereken grup da işçi grubu olmuştur.
Taylor’un geliştirdiği bilimsel yöntemin ilkeleri şunlardır (Ansal, 1999: 10).
1) Emek sürecinin işçilerin becerilerinden tamamen arındırılması, yönetimin işçinin sahip olduğu zanaata yani hem üretim bilgisine hem de fiziksel becerilerine olan bağımlılığından kurtulması gerekir (Ansal, 1999: 10).
2) Üretim sürecinde tasarımın uygulamadan ayrılması gerekir. Tüm zihinsel faaliyetler işçilerden koparılıp, yönetimin elinde üretim planlama bölümlerinde toplanmalıdır. Taylor’a göre, yönetimin işçinin sahip olduğu üretim bilgisini ele geçirmesi, tasarımın işçinin faaliyeti olmaktan çıkarılması iki açıdan gerekliydi. Böylece, hem işlerde vasıflı işçiye gerek kalmayacak ve vasıfsız ucuz işçi çalıştırılabilecek, hem de yönetim emek süreci üzerinde tam kontrole sahip olabilecekti. İşçilere sadece basit parçalara ayrılmış iş sürecindeki işlerin nasıl ve ne kadar sürede yapılacağı talimatı verilmeliydi. İşçilerin işleri anlamasına gerek kalmadan ve arkasında yatan teknik nedenleri ya da verileri düşünmeden, sadece bu talimatlara uymaları sağlanmalıydı (Ansal, 1999: 10).
3) Üretim bilgisi tümüyle yönetimde toplanmalı, bu bilgi yönetim tarafından emek sürecinin her aşamasının kontrolü, geliştirilmesi ve işlerin nasıl yapılacağının kontrolü için kullanılmalıydı (Ansal, 1999: 10).
Bilimsel Yönetimin ilkeleri kısaca, kafa ve kol emeğinin birbirinden ayrılması yoluyla işçilerin sadece verilen işleri yapan vasıfsız çalışanlara dönüştürülmesi, emek sürecinin işçilerden bağımsızlaştırılması ve yönetimin, tasarımın ve kontrolün tamamının yönetimde toplanması şeklinde özetlenebilir. Bu bağlamda, Taylorizmin özellikleri üretim sürecinin basitleştirilmesi, kafa (veya zihinsel) emeğin üretimden alınarak planlama düzeyinde merkezileştirilmesi, işçinin yapacağı işin her aşamasının yönetimce planlanarak işçiye direktifler biçiminde iletilmesi şeklinde sıralanabilir (Suğur, 2011b: 120). Dolayısıyla, işçilerin üretim süreci hakkında bilgi sahibi olmaları, üretim sürecini kontrol etmeleri, kendi yaratıcılıklarını geliştirmeleri engellenmektedir. Sonuçta, Taylorizm uygulaması ile emek sürecinde işçi her türlü beceriden, üretim bilgisinden ve zihinsel faaliyetten kopartılarak; vasıfsızlaştırılıyor, farksızlaştırılıyor ve her türlü küçük parça işi yapar hale getiriliyor (Ansal, 1999: 10). Bir başka deyişle; işler en küçük parçalara kadar bölünmekte, işçilerden en küçük parçalarına kadar bölünen işleri yapmaları beklenmektedir. Şu durumda; zihinsel faaliyetlerinden kopan, iş üzerinde herhangi denetimleri olmayan işçiler vasıflarından ayrılarak değersiz hale gelmektedir. İşçiden sadece itaat etmesi beklenmekte, işi üzerine herhangi bir yaratıcılık geliştirmesi de istenmemektedir.
İşçiyi makinelerin bir uzantısı olarak ele alan ve işçi üzerinde olumsuz etkileri olan Taylorist yönetim anlayışının üretimde 10-15 kat verimlilik artışını sağladığı düşünülmektedir (Suğur, 2011a: 43). Dolayısıyla, işveren açısından çok verimli bir yöntemdir. Ortaya atıldığı ilk yıllarda çığır açıcı ve verimlilik artışlarına neden olan yaklaşım günümüzde de etkisini devam ettirmektedir. Bir fabrika ortamında ortaya çıkmasına rağmen söz konusu yaklaşımın günümüzün tüm üretim alanlarında izlerini görmek mümkündür.
Fordist Üretim Yaklaşımı
Fordist üretim anlayışı hareket eden montaj hattının bulunmasıyla, kendi marketini yaratan dâhi bir zekânın birleşmesi yoluyla oluşan üretim biçimidir. Henry Ford tarafından 1900’lü yılların başında geliştirilen bu sistem, Ford otomobil fabrikasında uygulanmaya başlanmıştır. Ford, dünyada seri üretime dayalı olarak tasarlanan yürüyen bant sisteminin kurucusudur. Yürüyen bant sistemi sayesinde üretimde otomasyona geçilmiş, maliyetler düşürülmüş, işçi ücretleri yükselmiş ve üretim miktarları çok büyük oranlarda artmıştır. Dolayısıyla, Henry Ford’un geliştirdiği bu sistem yalnızca otomotiv sektöründe değil diğer tüm sektörlere de hızla yayılmıştır (Suğur, 2011b: 118).
Fordizm “standart malların, dikey biçimde örgütlenmiş şirketler tarafından kitlesel üretimi” şeklinde tanımlanabilir (Erdoğdu, 2012: 55). Taylorist ilkeleri kendi iş organizasyonunda kullanan Ford; üretim sürecindeki küçük parçalara bölünen işleri, yapılış sırasına göre bir hatta dizmekte ve işin nesnesinin, üretim sürecinin gerektirdiği işlem sırasına göre dizilmiş makinalar ve iş istasyonları boyunca hareket etmesini sağlamaktadır (Ansal, 1999: 10). İşlem sırasına göre dizilmiş makinelerin ve iş istasyonlarının hareketi, işçilerin üretim sırasında işi gereği hareket etmeleri gereğini ortadan kaldırmıştır. Böylece, işçiler sabitlenmiş, montaj hattı hareketlenmiştir. Bu yolla Fordist montaj hattı ortaya çıkmıştır.
Fordist montaj hattında her işlem belirlenmiş olduğu için esneklik yoktur. Fordizm, standart ürünün montaj hattında seri üretimini ifade etmektedir. Bu bağlamda, katı bir üretim şeklidir. Fordist montaj hattı işin ritmini belirlemekte, işçinin işin ritmi üzerindeki egemenliğin ortadan kaldırmaktadır. Böylece, iş ritmi üzerindeki kontrol banda geçmiştir. İnsanın ritmi, insancıl olmayan şartlarda bir makine tarafından kontrol edilmektedir. Buna rağmen, söz konusu yaklaşım, neden olduğu üretkenlik artışının da etkisiyle tüm dünyada 2. Dünya Savaşından sonra Avrupa’da yaygınlık kazanmış ve hatta teknoloji transferi yoluyla Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere de yayılarak dünya çapında egemen üretim organizasyon biçimi haline gelmiştir (Ansal, 1999: 11).
Fordizm, Taylorizm’den çeşitli yöntemleri miras almış ve geliştirmiştir. Aglietta’ya göre Fordizm, Taylorizmi iki alanda derinleştirmiştir. Fordizmin Taylorizmi derinleştirdiği ilk alan yarı otomatik montaj bandını geliştirerek materyallerin çalışma istasyonları arasında hareket edebilir hale gelmelerini sağlamasıdır (Aglietta, 1987: 118-119’dan aktaran Argın, 1992: 21). İkinci alan ise yaratılan yarı vasıflı işler sayesinde işçilerin hız ve ritimleri makineler tarafından belirlenen sınırlı görevler dizini içinde sabitlenmiştir (Aglietta, 1987: 118-119’dan aktaran Argın, 1992: 21). Kısaca, Taylorizm’den çok da bağımsız bir sistem olmayan Fordizm Taylorist mantıkta yer alan işçilerin hareketini ve zamanını kontrol eden ve denetleyen sistemi geliştirip derinleştirmiştir. Hareket eden bant sistemi sayesinde işçilerin hareketi, hızı ve ritimleri sabitlenmiştir.
Taylorist örgütlenme biçimini kullanan Fordizm, Erdoğdu’ya göre; sadece bir üretim sistemi değil, aynı zamanda birikim ve sosyo-politik bir sistemdir (Erdoğdu, 2012: 59). Fordizm bir üretim sistemidir; çünkü fabrikalar içerisinde sanayi üretimi montaj hattı temelinde gerçekleştirilmektedir. Standartlaşmış üretim parçalarının montajına ve Taylorist iş hiyerarşilerine dayanan Fordist işletmedeki yarı vasıflı veya vasıfsız, ağırlıklı olarak tam gün çalışan, evin ekmeğini kazanan erkek işçilerin yapmaları gereken şey, kesin çizgilerle tanımlanmış olan iş süreçlerini başarı ile uygulamaktır (Erdoğdu, 2012: 60). Dolayısıyla, Fordizm bir üretim sistemidir. İkinci olarak, Fordist üretim, standartlaşmış kütlesel üretime dayanan bir sistem olduğu için üretileni tüketecek tüketiciye ihtiyaç duymaktadır. Bu anlamda, Fordist üretimin temel mantığında tüketim için büyük bir market üretmek yer almaktadır. Bu bağlamda, Fordizm, yalnızca kitlesel üretime değil, ayrıca kitlesel tüketime de dayanan bir sistem olarak üretimle tüketim arasında belirli bir bağlantının kurulmasını sağlar (Erdoğdu, 2012: 59). Üretimle tüketim arasında bağı kurmak için Ford, fabrikalarında çalışan işçilere yüksek ücret vererek, ürettikleri ürünleri satın alabilmelerini de sağlamıştır. Böylece, Ford fabrikasında emeğinin karşılığı olarak alınan ücret yine Ford’un ürettiklerini satın alma yoluyla Ford’a geri dönmektedir. Kısaca Fordizm, kitle tüketimiyle eklemlenmiş bir kitle üretimidir (Argın, 1992a: 21). Üçüncü olarak Fordizm kitlesel üretimi ve kitlesel tüketimi olanaklı kılacak bir sosyal ve siyasal sistemi besler (Erdoğdu, 2012: 59). Kütlesel üretime emek gücünün sağlanması için eğitim ve sağlık gibi sosyal refah uygulamalarının hayata geçirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, tüketicilerin de gelirden belirli bir pay almaları gerekmektedir.
Taylorizmin de Fordizmin de döneminin geçtiği ve yeni dönemlerin ortaya çıktığı tezi ete kemiğe bürünmüş bir şekilde durmaktadır. Bununla birlikte; ete kemiğe bürünen şeylerin Taylorizm ve Fordizmden bir kopuş olmadığı birlikte yol aldıkları tezi de geçerliliğini devam ettirmektedir. Mutlak kopmalar değil, kısmi kopmalar vardır. Örneğin, Aglietta’ya göre post-Fordizm denilen şey Fordist ilkelerin, yeni teknoloji ile ilişkili bir biçimde imalat endüstrilerinde yoğunlaştırılmasından başka bir şey değildir (Argın, 1992a: 21). Bu çalışmada da iki sistemin de devam ettiği düşünülmekte, karşılaşılan yeni sistemler sadece Taylorizm ve Fordizm’den kısmi bir kopuş olarak ele alınmaktadır.
Sonuç Yerine
Toplum kendi genel gereksinimlerine uygun üretimi gerçekleştirebilmek için zamanı belirli amaçlara göre bölümlemelidir (Marx, 1997: 25). Zamanın bölünmesi üretim sistemlerinin gelişmesi ile daha anlamlı hale gelmiştir. Zamanda yapılan işler daha da belirginleşmiş ve birbirinden ayrışmıştır. Bu bakımdan zamanı çalışma ve çalışma dışı olarak ikiye bölmek üretimi gerçekleştirebilmek ve toplumsal hayatı düzenleyebilmek için gerekli hale gelmiştir. Zamanın bu şekilde bölünmesiyle ortaya çıkan ve değişik anlam ya da değerler egemen üretim sisteminin iktidarı çerçevesinde oluşmuştur. Üretim sistemi zaman zaman çalışmaya zaman zaman da boş zamana önem atfetmiştir.
Günümüzde üretim sistemi açısından “boş zaman” çok değerlidir. Argın’a (1992a: 27) göre günümüz üretim biçimi emek süreci üzerindeki kontrolünü, boş zaman süreçleri üzerindeki kontrolüyle tamamlamaya çalışıyor; çünkü ona göre boş zaman sadece hegemonya alanı olarak değil, birikim kaynağı olarak da gerekliliğini sürdürmektedir. Ekonominin tüketime ihtiyacı vardır ve tüketimin mümkün olabilmesi için de boş zamana. Bu anlamda, boş zaman tüketime yönlendirilen zamandır. Bununla birlikte, boş zaman eğitim ve sertifika programları ile doldurularak, sanki çalışanın iş piyasasındaki konumu kendi eksikliklerinden kaynaklanan bir durummuş gibi eksiklikleri tamamlama vaadinde bulunmaktadır.
Tüketime yönlendirilen “boş zamanı” değerlendirme araçları haline gelen eğitimlerin ve sertifika programlarının düzenlenmesinde ve geliştirilmesinde yer alan mantığın Taylorist ve Fordist mantıkla birlikte ve benzer olduğu iddia edilmektedir. Şöyle ki; Taylorizm ve Fordizm temel olarak işçileri denetleme ve kontrol üzerine geliştirilmiş sistemlerdir. Taylorizm’de iş süreçleri en küçük parçalarına kadar ayrılarak zaman etütleri ile birlikte her çalışanın ne kadar ve nasıl üretmesi gerektiği belirleniyorken, Fordizm de benzer ilkeleri kullanarak üretim ve tüketim dengesini kontrol ve denetim mekanizmaları ile sağlayan ve kitlesel üretimle birlikte kitlesel tüketime de olanak veren bir sistemdir.
Bilimsel Yönetim Yaklaşımı ve Fordist üretim kapitalist üretim açısından önemli yaklaşımlar olmakla birlikte bu üretim tarzlarının izleri tüm yaşama biçimlerimize sirayet etmiştir. İşçinin her zaman kontrol altında tutulması gerektiği varsayımıyla hareket eden söz konusu mantıklar işçinin “boş zamanı” üzerinde de hâkimiyet kurarak işçiyi bu zamanı da verimli geçirmeye tabii kılmaktadır.
Horkheimer’e göre boş zamanlarında insanları yöneten mekanizmalar, aynı insanları çalışırken yöneten mekanizmalarla bir ve aynıdır (Argın, 1992a: 27). Dolayısıyla iş yerinde “verimli” çalışması gereken insanların çalışma dışındaki zamanlarını da “verimli” bir şekilde geçirmeleri ve üretim piyasasına yönelik eksikliklerini gidermeleri gerekmektedir. Bir başka deyişle, boş zaman, Taylorist ve Fordist yönetim mantığına göre kontrol ve denetim atlında daha verimli geçirilmesi gereken bir zamandır.
Kaynakça:
Ansal, H. (1999) Esnek Üretimde İşçiler ve Sendikalar http://www.birlesikmetal.org/kitap/kitap_99/1999-3.pdf
Argın, Ş. (1992a). “Kapitalist Toplumda İşin ve İşgücünün ‘‘Kaderi: Fordizmden
Post-Fordizme” Birikim Dergisi. Sayı 41. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Argın, Ş. (l992b). “Boş Zamanın Toplumsal Anlamı Üzerine Notlar” Birikim Dergisi.
Sayı 43. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. (29- 41).
Erdoğdu, S. (2012) “Dünyada Çalışma İlişkileri: 1945 Yılından Günümüze Kadar” Çalışma İlişkileri Tarihi, A. Makal (der.) Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını. (54-77)
Grint, K. (2005). The Sociology of Work. Cambridge: Polity Press.
Marx, K. (1997). Boş Zaman Üzerine Seçmeler, Çalışmak: Yorar, Cogito Sayı 12. (İngilizceden Çev.: Alp Tümertekin). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. (23- 28)
Suğur, N. (2011a). “Yeni Üretim Metodları” Endüstri Sosyolojisi. V. Bozkurt ve N. Suğur (der.) Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını.(36-65).
Suğur, N. (2011b). “Fordims ve Post-Fordism” Ekonomi Sosyolojisi. V. Bozkurt ve F. Güneş (der.) Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını.(116-141).