ISO BELGELENDİRME
Sektörler
Taksim Danışmanlık Hizmetleri
Karbon Ayak İzi Hesalama
İso Belgelendirme
Güncel Fuarlar
Önceki Sonraki
WorldFood Türkiye’nin En Büyük Gıda Fuarı
WorldFood Türkiye’nin En Büyük Gıda Fuarı
9-12 Eylül 2021
Provimes Web ve Mobil Kurulum ve Kullanım Eğitimimize Davetlisiniz.
Provimes Web ve Mobil Kurulum ve Kullanım Eğitimimize Davetlisiniz.
03 Haziran, Perşembe
Provimes Web ve Mobil Kurulum ve Kullanım Eğitimimize Davetlisiniz.
Provimes Web ve Mobil Kurulum ve Kullanım Eğitimimize Davetlisiniz.
03 Haziran, Perşembe Saat: 10
Kurumsal Akademiler Konferansı
Kurumsal Akademiler Konferansı
24 Haziran 2021 | 14:00 - 16:4
Doğaya Saygı Sertifikası
Blog / Verimlilik Alanında Politika Geliştirme III
Verimlilik Alanında Politika Geliştirme III
 
Ahmet Emre ÇOBAN / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü)
 
 
Beşeri Sermayenin Gelişimi 1
 
Geçmiş yazılarda (Anahtar, Haziran 2014 ve Temmuz 2014) ülke ölçeğinde verimlilik artışlarının merkezinde yer alan iki ana unsurun beşeri sermayenin gelişimi ve ulusal teknoloji yeteneğinin artırılması olduğundan söz edilmişti. Bu yazı dizisinde her ne kadar söz konusu iki unsur ayrı ayrı ele alınacak olsa da, bu aşamada teslim etmek gerekir ki, beşeri sermayenin gelişimi de ulusal teknoloji yeteneğinin artırılması da, temelde bilgi unsurunun iktisadi süreçlere entegrasyonuna ilişkin problemlerdir ve çoğu zaman bu iki unsur iç içe geçmektedir. Politika geliştirme süreçlerinde her iki unsur üzerinde spesifik analizler yapılması ve tedbirler ortaya konması muhakkak pratik anlamda büyük kolaylıklar sağlayacaktır; ancak bu iki alan üzerinden yapılan ayrıştırmaların temelde kavramsal ve yöntemsel düzeyde kalması ve alanların birbirinden bütünüyle özerk, bağımsız nitelik taşıdığı yanılgısına düşülmemesi gerekmektedir.
 
Buna paralel biçimde, beşeri sermayenin niteliğinin verimlilikle ilişkisini işgücü verimliliğiyle sınırlandırmak da doğru olmayacaktır. Ülke ölçeğinde beşeri sermayenin genel düzeyi, ulusal teknoloji yeteneğinin temel belirleyicilerinden biri olmasına koşut bir biçimde, makro düzlemde istihdam ve işgücüne katılım oranları, sektörel kompozisyon, dış ticaret performansı gibi çok sayıda temel değişkeni doğrudan etkilemektedir. Daha mikro, işletme ölçeğinde bakıldığında da beşeri sermayenin niteliğinin firmaların kurumsallaşma ve bu bağlamda pazarlama ve yönetim süreçlerine, teknoloji ve ithalat potansiyellerine ve firma ömrü, kârlılık gibi diğer birçok performans göstergesine etki ettiği görülmektedir.
 
 
Grafik 1. Beşeri Sermayenin Niteliğinin Makro ve Mikro Düzeyde Etkileri
 
Ülke düzeyinde teknoloji yeteneğinin geliştirilmesine yönelik olarak ilk anda akla inovasyon ve tasarım süreçlerinin desteklenmesi, fikri mülkiyete yönelik düzenleme ve denetimlerin güçlendirilmesi, araştırma - teknoloji merkezlerinin tesis edilmesi gibi tedbirler (doğrudan Ar-Ge yatırımları) gelmektedir. Gerçekten de beşeri düzeyde belirli bir yetkinliğe ulaşmış ülkelerde bu alanlarda yapılan yatırımlar, sahip olunan teknoloji yeteneğinin uygulamaya, ürüne dönüşmesinden ve ticarileşmesinden yana kısa vadede önemli kazanımlar sağlamaktadır. Ancak bilgiye dayalı ekonomiye geçişte temel kısıtın beşeri sermayenin niteliği olduğu ülkelerde bu yatırımlardan elde edilen fayda, özellikle kısa vadede sınırlı olmaktadır ve bu ülkelerde, öncelikle, beşeri sermayenin niteliğinin geliştirilmesine yönelik politika ve strateji geliştirme gerekliliği kendini göstermektedir.
 
Bu anlamda bilgiye dayalı ve ileri teknolojiye sahip bir üretim yapısının tesisi söz konusu olduğunda, tercih problemlerinden başlıcasını, mevcut durumda sahip olunan mali kaynakların ne kadarının doğrudan Ar-Ge yatırımlarına ne kadarının ise eğitim yatırımlarına ayrılacağına yönelik kararlar oluşturmaktadır. Beşeri sermayenin niteliğinin yükseltilmesi dendiğinde en kaba şekliyle, insanların daha yüksek yaratıcılık ve daha sistematik düşünme yetilerinin kazanması anlaşılmaktadır. Buna paralel şekilde, mevcut bilgi stokunu artırmak için sürekli olarak daha fazla insanı, daha uzun süre eğitime ve gelişime tabi tutma gereği ortaya çıkmaktadır. Ancak tam da burada, eğitim alanında kamu müdahalesinin ölçüsüne dair tartışmalar gündeme gelmektedir.1 İnsanları eğitime teşvik etmede ve belirli, uygun eğitim alanlarına yönlendirmede kamunun rolünün ne olması gerektiğinin yanında, yine eğitim harcamalarının ne kadarının kamu eliyle yapılmasının doğru olacağı gibi sorular, çoğunlukla konjonktürel etkiler ve dönemsel iktisadi politika tercihleri doğrultusunda birtakım cevaplara kavuşturulmaktadır. Bu yönde neo-liberal yaklaşımların sunduğu analiz ve gözlemler, her bir bireyin (ya da ailesinin) eğitim alanına özel bir yatırım alanı olarak bakması gerektiğini savunmaktadır. Bireyler kendi refah düzeylerini, refah düzeylerine dair beklentilerini, eğitimin maliyetini, eğitimde geçecek sürenin fırsat maliyetlerini ve farklı disiplin alternatifleri içinde geçirilecek her bir yılın marjinal faydasını değerlendirmek durumundadır. Yine bu yaklaşıma göre, bireyler, eğitimden sağlayacağı faydayı azami düzeye taşımak için eğitime ne kadar kaynak ve zaman ayıracağına ve hangi alana yöneleceğine dair kararı kendileri alırsa, piyasanın görünmez eli beşeri sermayenin de ideal dağılımını sağlayacaktır; bu alanda kamunun müdahalesi ise sadece durumu kötüleştirmeye yarayacaktır. Ne var ki bu tezin arka planını oluşturan analiz ve karşılaştırmalar, ağırlıkla gelişmiş, kentleşme sürecini büyük oranda tamamlamış, okuma yazma oranlarında ve ortalama eğitim sürelerinde kat etmesi gereken mesafenin neredeyse sonuna gelmiş ülkelerin son 10-20 yıllık deneyimlerine dayandırılmaktadır. Özellikle savaş sonrası dönemde Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Doğu Asya ülkelerindeki sosyal ve müdahaleci devlet uygulamalarının eğitim alanında getirdiği kazanımlar ise çoğu zaman arka plana atılmaktadır. Aşağıdaki satırlarda izlenebileceği gibi, hakikaten eğitim alanında yapılan yatırımların ve devlet müdahalesinin geri dönüşleri izlendiğinde, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında bazı farklar kendini göstermektedir.
 
Eğitime yapılan yatırımların dönüş oranlarını analiz etmeye yönelik çalışmalar, genel itibariyle ortalama eğitim süresinde yıl bazında meydana gelen artışların ekonomik büyüme üzerinde yol açtığı değişimi temel almaktadır. Bu alanda bir diğer gösterge ise, eğitim düzeyindeki değişimin reel ücretler üzerindeki etkisine yoğunlaşmakta, ücret üzerindeki değişimi ise, verimlilik artışının bir katkısı olarak değerlendirmektedir. Bu alandaki kayda değer ampirik analizlerin ilki, 1994 yılında Psacharopoulos tarafından yapılmıştır2. Ortalama eğitim süresindeki bir yıllık artışın millî gelir üzerinde %10’luk bir artış sağladığını sunan bu çalışma başlangıç niteliğinde olup millî gelir içinden eğitime ayrılan payın azaltılması gibi ek düzenlemeleri dışarıda bırakmıştır; ayrıca eğitim düzeyini bağımsız, millî geliri bağımlı bir değişken olarak görüp yorumlama gibi yetersizlikler de mevcuttur. Psacharopoulos’un sonraki yıllarda ortaya koyduğu, farklı eğitim düzeyleri özelinde ve dünyanın değişik bölgelerine yönelik analizler ise, konuya ilişkin temel referans metinleri hâlini almıştır3.
 
Bu alandaki analizlerin ortaya koyduğu diğer bir veri, Hall ve Jones’un da belirttiği gibi, ortalama eğitim seviyesi yükseldikçe, eğitimde sağlanan bir yıllık artışın büyüme üzerindeki etkisinin azalma eğilimi göstermesidir. Bu veriye de paralel şekilde, göreli olarak düşük eğitim seviyelerine sahip olan gelişmekte olan ülkelerde eğitim alanında yapılan yatırımların büyüme ve verimlilik üzerinde daha yüksek etkisi olduğu gözlenmektedir. Ancak burada, Isaksson vd.’nin ortaya koyduğu açılım büyük önem taşımaktadır: Gelişmişlik düzeyi en düşük olan ve teknoloji sınır değerlerine en uzakta olan ülkelerde, orta ya da yüksek (mesleki) öğretimden ziyade temel eğitime sağlanan yatırımların etkileri daha yüksek seyretmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde orta ve yüksek (mesleki) öğretime ayrılan kaynakların dönüşü daha net bir biçimde gözlenirken gelişmiş ülkelerde ise lisansüstü eğitime ve araştırma faaliyetlerine yapılan yatırımlar, daha gözle görünür etkilere olanak vermektedir. Yine daha önce belirtildiği gibi, genel itibariyle eğitim alanına yapılan kamu yatırımlarının dönüşleri, göreli olarak gelişmekte olan ülkelerde daha yüksek olmaktadır.
 
Her ne kadar bu analiz ve yorumlar spesifik örnekleri ele almakta her zaman yol açıcı olmasa da, eğitim alanına yapılacak kamu yatırımlarının sahip olması gereken temel birtakım özelliklere cevap verir niteliktedir. Gerek büyüme düzeyleri gerekse de verimlilik üzerinde eğitim yatırımlarının etkisini azami düzeye çekme yönündeki çabalar, eğitime ayrılan kaynağı artırmaktan ziyade, eğitime ayrılan kaynağı doğru düzeylerde, doğru disiplinlere aktarmaya yoğunlaşmalıdır. Bu anlamda beşeri sermayenin gelişimi konusu, karşımıza bir kez daha dağılım problemi olarak çıkmaktadır.
 
Bu dağılım problemini çözmekten yana genel olarak iki bileşenli bir formül ortaya konmaktadır: (i) Ulusal teknoloji yeteneğini farklı disiplinler temelinde analiz etmek ve teknoloji sınırından uzak olunan alanları belirlemek; (ii) İşgücü piyasasının mevcut durumdaki ve gelecekteki olası işgücü talep alanlarını öngörmek. Her iki bileşen de önemli olmakla birlikte, bu bileşenlerin veri aldığı bazı varsayımlara yönelik ülke düzeyinde de analizler yapılmalı ve bu yönde spesifik sorun ve dönüşüm alanları tespit edilmelidir. Örneğin gelişmekte olan ülkelerin hemen hepsinde kentleşme oranları benzer düzeylerde seyretse de, kentleşme oranlarının ortalama eğitim düzeyi üzerindeki etkisi, her yerde aynı ölçüde belirleyici nitelik taşımamaktadır. Bunun yanı sıra, sektörel kompozisyonun değişimi sürecinde tarım sektöründen sanayi sektörüne geçiş desenleri büyük ölçüde benzerlik taşımakla birlikte, sanayi sektöründen hizmet sektörlerine geçiş ve üretimin teknoloji düzeyini yükseltme konularında aynı paralellik gözlenmemektedir. Beşeri sermayenin genel gelişmişlik düzeyi, ülkeden ülkeye farklılaşan bütün bu değişim parametrelerini açıklamak için yeterli olmayacaksa da, birçoğu için önemli bulgulara ve bu bağlamda politika ihtiyaçlarına işaret edebilecektir. Dolayısıyla bu zeminde yapılacak analizlerin, ülkelerin demografik yapısından, kültürel ve toplumsal özelliklerden ve mevcut gelişim süreçlerinden bağımsız olmayacak şekilde, her eğitim düzeyinde, nitelikler, nicelikler, pazar ihtiyaçları, eğitime olan talep, disipliner farklılıklar, işgücü piyasası - eğitim ilişkisi gibi çok sayıda faktörü içermesi gerekliliği kaçınılmazdır.
 
Sonraki yazıda, Türkiye örneği spesifik olarak ele alınacak, eğitim profilinin verimlilik düzeyindeki etkisine yönelik olarak karşılaştırmalı analizler, veriler ve nitel gözlemler aktarılacaktır.
 
Tablo 1. Beşeri Sermayenin Niteliğine İlişkin Analiz ve Karşılaştırma Alanları
 
 
 
 
Yasal Uyarı
İsfirmarehberi.com´da yer alan kullanıcıların oluşturduğu tüm içerik, görüş ve bilgilerin doğruluğu, eksiksiz ve değişmez olduğu, yayınlanması ile ilgili yasal yükümlülükler içeriği oluşturan kullanıcıya aittir. Bu içeriğin, görüş ve bilgilerin yanlışlık, eksiklik veya yasalarla düzenlenmiş kurallara aykırılığından İsfirmarehberi.com hiçbir şekilde sorumlu değildir.
Bizi Takip Edin !
Facebook Twitter Google Plus Linkedin Youtube Instagram