Blog / OECD Ekonomik Araştırmalar: Türkiye 2014
OECD Ekonomik Araştırmalar: Türkiye 2014
Gülçin MANZAK AYDIN / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) OECD Ekonomik Araştırmalar: Türkiye 2014
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) yaklaşık iki yıllık dönemlerde üye ülkelerin ekonomilerini değerlendirdiği Ekonomik Araştırma (Economic Survey) raporları hazırlamaktadır. Bu araştırmalar ülkelerdeki ekonomik gelişmeleri daha iyi anlamak, politika yapıcıları temel sorun alanları konusunda uyarmak ve bu alanlarda çözüm yolları önermeyi amaçlamaktadır. 1961’den bu yana yayınlanan raporlar, önceleri daha çok makroekonomik gelişmelere ve politikalara odaklanırken şimdilerde yapısal politikalar ve bunların makroekonomik politikalarla etkileşimine vurgu yapmaktadır. İçerik olarak kamu sektörünün rolünün yanı sıra; işgücü, ürün ve finansal piyasaların işleyişleri düzenli olarak incelenmektedir. Ayrıca, spesifik konularda detaylı bilgi içeren özel bölümlerin yanında, kapsamlı istatistiki bilgi içeren tablo ve grafikler de bu raporların temel bileşenlerindendir.
Türkiye için bu raporların en sonuncusu Temmuz 2014’te yayımlanmıştır. Raporda “genel değerlendirme ve öneriler” bölümünün ardından; önceki raporda yapılan öneri alanlarındaki gelişmeler değerlendirilmektedir. Sonrasında gelen detaylı iki bölüm –genel değerlendirmede yapılan vurgulara paralel olarak- “makroekonomik dengesizlikleri azaltmak” ve “iş sektöründe1 yapısal değişimi teşvik ederek kapsayıcı büyüme göstermek” başlıklarıyla sunulmuştur. Bu çalışmanın devamında bahsedilen rapor, temel bulguları ve önerileri çerçevesinde özetlenmektedir.
Finansal istikrar ve düşük enflasyon ile büyümeyi yeniden dengeleme
Raporda; Türkiye’nin iş sektörü dinamizminin 2000’lerde güçlü ve kapsayıcı bir büyümeyi (inclusive growth2 ) desteklediği fakat refah göstergelerinin halen bazı boşluklara işaret ettiği dile getirilmektedir. Rapora göre ekonomik performans; güçlü kamu maliyesi ve esnek bankacılık sektörü ile desteklenmektedir. Buna karşın büyüme, düşük iç tasarruf ve kırılgan dış rekabet sebebiyle iç talep ve yabancı sermayeye fazlasıyla bağımlıdır. Daha açık bir ifadeyle, tüketime dayanan iç talep, sıcak sermaye akımları tarafından finanse edilmektedir. Bu durum aynı zamanda cari açığı artırmakta ve enflasyon üzerinde yukarı yönlü baskı yaratmaktadır. Raporda makroekonomik kırılganlıkların, iç talebi düşürmek ve katı para politikası uygulamak suretiyle potansiyelin altında büyüyerek kontrol edilebildiği ama bu kırılganlıkların halen sorun yarattığı vurgulanmaktadır. Bu sorunlara çözüm olarak raporda, daha az değerli yerli paranın ve ihracat pazarında bir toparlanmanın dış talebi canlandıracağı, aynı zamanda cari açığı daraltarak ekonominin dengeye gelmesine yardımcı olacağı ileri sürülmektedir. Bu sorun alanlarına gereken önem verilmediği takdirde, uluslararası finansal piyasalarda veya ülke siyasetindeki herhangi bir aksaklık halinde bu kırılganlıkların tüm dengenin bozulmasına yol açacağına dikkat çekilmektedir. Raporda işaret edilen sorun alanlarına paralel olarak, 2014-2016 Orta Vadeli Program ve 2014-2018 Kalkınma Planı’nın doğrudan iç tasarrufların ve dış rekabetin artırılmasına odaklandığı gözlenmektedir.
Cari açık sorunu daha yakından incelendiğinde, bu sorunun rekabet baskısı, düşük özel tasarruf ve artan enerji ithalatı ile büyüdüğü ortaya konmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin ihraç mallarını orta ve ileri teknoloji sektörlerinde çeşitlendirerek fiyat dışı rekabet gücünü başarılı bir şekilde ilerletmesine rağmen, ülkede düşük teknolojili sektörlerin payının hala çok yüksek olduğunun altı çizilmektedir. Düşük teknoloji sektörlerinin fiyat erozyonuna ve maliyet rekabetine açık olması ise bir diğer önemli sorun alanı olarak öne çıkarılmaktadır.
Raporda para politikasına dair Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) birbirine bağlı üç seçenek (trilemma) karşısında yaşadığı sıkıntıya değinilmektedir. Bir başka deyişle; enflasyon, faiz haddi ve kur arasında istenen dengenin kurulması oldukça zor bir görevdir. Şöyle ki, enflasyonu frenlemek üzere politika faizini artırmak sermaye girişlerini teşvik edecek, bu durum TL’nin değerlenmesine ve ihracatın olumsuz etkilenmesine yol açacaktır. Öte yandan faizin düşük kalması yüksek enflasyona davetiye çıkaracaktır. TCMB bu durum karşısında 2010 yılında salt enflasyon hedeflemesine odaklanmaktan vazgeçmiş; finansal istikrarı da temel hedefleri arasına almış ve reel döviz kuru ve kredi artışını da gözeten bir yaklaşım benimsemiştir. Bu temelde raporda 2014’ün başında uygulanmaya başlanan sıkı para politikasının küresel likidite koşulları sebebiyle devam ettirilemediği belirtilmekte ve bu süreçte uygulanan politikaların uzun vadede bahsedilen dengenin kurulmasını zorlaştırabileceği vurgulanmaktadır.
Rapor finansal piyasalar konusunda, ulaşılabilirliğinin kolaylaşmasıyla özellikle düşük gelirli hanehalkı ve Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler’in (KOBİ) kredi kullanımının arttığına değinmektedir. Raporda, kredi kullanımının kapsayıcı büyümeyi desteklediği kabul edilmekte fakat finansal piyasaların istikrarı için borçluların geri ödeme kapasitelerinin göz önünde bulundurulması gerektiği de vurgulanmaktadır. Bu konuda Mayıs 2013’ten bu yana risk artışı olduğu ileri sürülmektedir. Bu durum, KOBİ borçlanması ve kredi kartı kullanımı için de geçerlidir. Bu noktada KOBİ borçlanması desteklenirken, hanehalkı kredi kartı kullanımını sınırlayıcı zorunluluklar getirilmiştir. Raporda yoksul aileleri kısıtlayacak olsa da bu politikaların hanehalkı ödemeler dengesi için bir gereklilik olduğu üzerinde durulmaktadır. Bunların ötesinde; uluslararası karşılaştırmada Türkiye bankacılık sektörünün sağlıklı göründüğünün ve özellikle BASEL II düzenlemelerinin tamamının, BASEL III taslak düzenlemelerinin ise çoğunun uygulanması ile denetleyici çerçevenin de güçlendiğinin altı çizilmektedir.
Maliye politikası alanında raporda, mali saydamlık konusunda OECD normlarının yakalanamadığına işaret edilmekte ve bu konuda düzenli yayınlanacak daha kapsamlı bir Mali Rapor’un çözümleyici olacağı öne sürülmektedir. Raporda ayrıca genel bütçe açığı ve borç/GSYİH oranlarının düşme eğilimleri ve Orta Vadeli Plan’da konulan hedefler takdir edilirken sıkı maliye politikasının devam ettirilmesinin ulusal tasarrufları artıracağı vurgulanmaktadır.
Yukarıda detaylıca açıklanan “Finansal istikrar ve düşük enflasyon ile büyümeyi yeniden dengeleme” başlığında ele alınan bölümde değinilen konu başlıkları şu şekilde özetlenebilir: Dış talep kuvvetlenmektedir fakat yüksek enflasyon, kur oynaklığı ve düşük verimlilik artışı devam etmektedir. Rekabet kırılgandır ve yabancı tasarrufa bağımlılık hayli yüksektir. Para ve maliye politikaları, kur ve kredi artışını sürdürülebilir kılarken enflasyonu düşürmeyi amaçlamaktadır fakat düşük değerlerde de olsa enflasyon, hedefinin oldukça üstündedir ve özel borçlanma seviyeleri kayda değer biçimde artmaktadır. Hem KOBİ kredileri hem büyük firmaların döviz borçlanmasının büyük ölçüde artmış olması finansal riskleri artırabilir. Öte yandan otoritelerin hanehalkı borçlanmasını kontrol altında tutma çabaları sonuç vermektedir. Talebi yeniden dengelemek için dış rekabette daha fazla ilerleme vazgeçilmez görünmektedir. Bunun için de düşük enflasyon ve katı para politikası elzemdir. Kamu maliyesi Türkiye’nin uluslararası güvenilirliğini de destekleyecek şekilde son on yılda kuvvetlenmiştir. Mali pozisyon sağlam görünürken kamu harcaması özellikle eğitim, sağlık ve emeklilik alanlarında oldukça artmıştır. Demografik eğilimler, aktif sosyal politikalar ve büyük altyapı projeleri kamu harcamaları üzerinde ek baskı oluşturacaktır.
Yapısal değişimi teşvik eden kapsayıcı büyüme
Raporda güçlü ve kapsayıcı bir büyüme için; yukarıda çizilen makroekonomik çerçevenin yanında detaylı incelenecek diğer bölümün de konusunu oluşturan ‘iş sektöründe yapısal değişimin teşvik edilmesi’nin önemi vurgulanmaktadır. Buna göre, işgücünün beşte biri halen verimliliği düşük tarımda ve tarım dışı işgücünün büyük çoğunluğu da düşük verimli işlerde istihdam edilmektedir. Buradan yola çıkarak raporda, hem işletmelerin kendi içindeki hem de işletmeler arası istihdam geçişleriyle Türkiye ekonomisinin toplam verimliliği ve rekabet edebilirliğinin artırılabileceğinin altı çizilmektedir. Bu amaçla raporda, ürün piyasası düzenlemelerinin daha rekabet yanlısı hale getirilmesi3 ve uluslararası rekabete açık olmayan hizmet sektörlerinin rekabete açılması önerilmektedir. Bu kapsamda işgücü piyasasının esnekleştirilmesini kapsayan düzenlemelere de dikkat çekilmekte ve bunların, firmaları kayıtlı sektörde tutmak için gerekli olduğu iddia edilmektedir. Aksi takdirde, seçilen bölge ve sektörlerde kayıtlı firmaları destekleyen teşviklerin genişlemesinin, kaynakların verimliliği düşük faaliyetlerden yüksek olanlara geçişi sağlamayacağına işaret edilmektedir.
Raporda Türkiye firmaları; beşeri ve fiziki sermaye, yönetim kalitesi, yerli ve uluslararası ürün, işgücü ve sermaye piyasalarına erişim derecesine göre beş gruba ayrılmaktadır. Bunlar; i) mikro işletmeler (tarım-dışı toplam iş sektörü istihdamının yaklaşık % 45’i), ii) küçük ve orta ölçekli işletmeler (istihdamın yaklaşık % 35’i), iii) büyük aile firmaları (istihdamın yaklaşık % 15’i), iv) borsada işleme açık kurumsallaşmış şirketler (istihdamın % 3’ünden az), v) “usta yıldızlar” (istihdamın % 1’den azı) olarak gruplanmaktadır. Parantez içinde verilen yüzdelerden anlaşıldığı gibi istihdamın büyük kısmı dağılımın düşük verimlilik ucunda yoğunlaşmaktadır. Bu durum ekonomide genel verimlilik artışının önünde engel oluşturmakta ve işletmelerin gelir, çalışma koşulları ve beşeri sermaye gelişimi açılarından farklılık gösteren işçileri arasında sosyal bölünme yaratmaktadır.
Rapora göre Türkiye’deki katı düzenleyici çerçeve, kayıtlı firmaların görece maliyetini oldukça artırmaktadır. Bu durum özellikle Türkiye’nin yoğun uluslararası rekabetle karşı karşıya olduğu ticarete konu imalat için modern işletmenin gelişimini zora sokmaktadır. Benzer şekilde raporda, vergilendirmede ölçeğe özel uygulamaların gözden geçirilmesi gerektiğine dikkat çekilmektedir. Bunun yanında kuralların tahmin edilebilirliğinin artırılmasının kurumsallaşmış büyük firmalar için önemi vurgulanmaktadır. Kurumsallaşmış büyük firmalarla beraber Doğrudan Yabancı Yatırım (DYY) firmaları da, hem belirsizlikten hem de küçük firmaların kayıtdışı düzenlemeler yapabilme boşluklarını kullanarak oluşturdukları adaletsiz iş ortamından olumsuz etkilenmektedir. Daha önce belirtildiği gibi bu durum, Türkiye’yi önemli bir genel verimlilik ve istihdam artışı kaynağından mahrum bırakmaktadır.
Raporun devamında, farklı tipteki tüm firmaların gelişiminin, firmalar arası işgücü ve sermayenin daha etkin kullanım alanlarına geçişi kolaylaştırarak firma içi verimlilik kazanımlarını destekleyeceği belirtilmektedir. Bu alanda ilk yapılması gerekenler şu şekilde özetlenmektedir: i) Anadolu Kaplanları bölgesinde ilk nesil girişimci firmaların kurumsal gelişiminin kuvvetlendirilmesi, ii) geleneksel aile işletmelerinin kurumsallaştırılması ve borsada işlem görür hale getirilmesi ve DYY firmalarının yaygınlaştırılması, iii) küçük işletmelerden oluşan ekonominin yapısal değişimi. Rapora göre, günümüzde yapısal değişimi özendirmek Türkiye politika hedefleri arasında yerini almaktadır. Buna kanıt olarak çeşitli politika girişimlerinin başlatılması ve ek teknoloji yayılımı ve know-how paylaşım programlarının aşamalı olarak uygulanması sunulmaktadır. Ayrıca küçük firmalarda yenilikçi yatırımların finansmanını kolaylaştırmak üzere iş meleklerine ve finans sermayedarlarına vergi teşvikleri sunulmuş, Yükselen Şirketler Piyasası yaratılmış ve KOBİ borçları için karşı teminat oluşturulmuştur. KOBİ Özel Komisyonu yakın zamanda bu politikaları gözden geçirmiş ve üzerinde çalışılması gereken alanları öne çıkarmıştır. Aynı şekilde 10. Kalkınma Planı “Üretimde Verimliliği Artırma” hedefini ilk “öncelikli dönüşüm programı” olarak belirlemiştir. Bu program iş sektöründe toplam faktör verimliliği artışını hızlandırmayı amaçlamakta ve özellikle küçük işletmelere odaklanmaktadır. Bu çaba, ilgili bakanlık ve kurumlar arasında daha güçlü koordinasyona dayanacaktır.
Tüm bu süreçlerde program çıktılarının izlenmesi ve çabaların daha başarılı projeler üzerine yoğunlaştırılması gerekliliği vurgulanmaktadır. Raporda Türkiye’de en gelişmiş etki değerlendirme tekniklerinin uygulanmaya başlandığı belirtilmektedir. Bunların, giderek daha fazla kamu kaynağı gerektiren KOBİ destek programlarına da uygulanması gerektiğinin altı çizilmektedir. Rapora göre Ulusal Kalkınma Planı’nda öngörüldüğü gibi, tüm KOBİ destek programlarının en başarılısı belirlenmeli ve kaynak dağılımı ona göre düzenlenmelidir. Bunların yanı sıra raporda, daha kurumsal büyük firmalar için de özellikle yapılması gereken üç eylem öne çıkmaktadır: i) kayıtdışılık tüm firmalara uygulanabilecek modern işgücü piyasası kuralları yardımıyla azaltılmalı, ii) kurumsal vergilendirme olabildiğince ölçekten bağımsız gerçekleştirilmeli, iii) geniş düzenleyici çerçeve OECD içinde en iyi örnekler göz önünde bulundurularak büyük modern işletmelere dost hale getirilmeli.
Bahsedilen politikalar sayesinde sağlanacak verimlilik artışı ve büyümenin yaratacağı sosyal etkilere de dikkat çeken rapor, verimliliği yüksek firmaların büyümesinin nüfusun daha büyük kısmı için değişiklik yaratabileceği ve fakat verimliliği düşük firmaların da yardıma ihtiyaçları olduğu üzerinde durmaktadır. Bunun üzerine kayıtlı sektörde düşük nitelikli işgücü için istihdam yaratılmasının önemi vurgulanırken; verimliliği yüksek firmaları emek yoğun faktör birleşimlerine yöneltmek için istihdam maliyetlerinin düşürülmesi önerilmektedir. Bu noktada temel önerilerde de yinelendiği üzere, vergi takozunun düşürülmesi bir öncelik olarak ortaya konmaktadır. Aynı doğrultuda, sosyal katkıların 2008’den bu yana (farklı bölgelerde, farklı kategorilerdeki işçiler için farklı oranlarda) büyük oranda düşürülmesi, istihdamı başarılı bir şekilde canlandırdığı gerekçesiyle, ülke çapında yaygınlaştırılması gereken bir politika olarak sunulmaktadır. Dahası, bölgesel asgari ücret uygulamasının da bu yöndeki çabaları destekleyeceği belirtilmektedir. Yine bu kapsamda, 25-54 yaşları arasındaki kadınların işgücüne katılım oranının 2008’de % 29,3’ten 2012’de % 37, 3’e yükselmesinde, sosyal katkıların azaltılmasını da kapsayan politika tedbirlerinin faydası olduğu belirtilmektedir. Bunun sosyal içerme açısından ve düşük gelir grubu için olumlu olduğunun altı çizilirken, istihdamın kayıtdışı niteliği de vurgulanmaktadır. Bu soruna çözüm olarak yine etkin istihdam maliyetlerini düşürmenin ve kayıtlı sektörde esnek istihdam olanaklarını artırmanın kadın istihdamının kalitesini artıracağı öne sürülmektedir.
Rapor, ilgili bir başka belge olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hazırladığı ve Mayıs 2014’te yayımladığı Ulusal İstihdam Stratejisi’ni ele almaktadır. 10. Kalkınma Planı’nda da öncelikli olarak ele alınan proje, OECD’nin iyi örnekleriyle örtüşmekte ve beşeri sermaye gelişimi, özel politika gerektiren gruplar, sosyal taraflarla diyalog ve çalışma mevzuatı konuları üzerinde durmaktadır. Bu doğrultuda raporda kıdem tazminatı reformu ve belirli süreli çalışma, geçici çalışma, çağrı üzerine çalışma, evden çalışma gibi modern istihdam biçimleri desteklenmektedir. Bu istihdam biçimlerinin çoğunun kayıtdışı, küçük ve verimliliği düşük işletmelerde yoğun kullanımına karşın kayıtlı sektörde yasaklanmış veya kısıtlanmış olduğu vurgulanmaktadır. Bu noktada bu reformların sendikalardan ve bazı işverenlerden tepki gördüğü belirtilmektedir. Buna göre sendikalar, standart olmayan istihdam biçimlerinin Türkiye’de zaten görece kısıtlı olan işçi haklarını, çalışma ilişkilerinin ve sosyal korumanın altını oyarak olumsuz yönde etkileyeceğini iddia etmektedir. İşveren tarafına bakıldığında ise kayıtdışı çalışanlar her türlü istihdamı koruma kuralı ve sosyal koruma maliyetini reddetmektedir. Kayıtlı çalışanlar ise, kıdem tazminatı düzenlemesine geçişin katkılar düşürülmediği müddetçe mümkün olmadığını düşünmektedir. Zira kıdem tazminatı reformu konusunda bir uzlaşma sağlanamaması hükümetin tartışmaları ertelemesine yol açmıştır. Bu noktada raporda, Türkiye’nin daha fazla esneklik ve daha güçlü sosyal koruma alanlarında kararlı olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Raporda Türkiye, OECD refah göstergeleri açısından da değerlendirilmektedir. Buna göre, Türkiye’de gelir eşitsizliği, yoksulluk ve maddi yoksunluk göstergelerinin düşüş göstermesine karşın; eğitim, iş/hayat dengesi, çevresel kalite ve öznel refah göstergelerinin OECD ortalamalarının altında kaldığının altı çizilmektedir. Bu boşluğun bir kısmı, beşeri sermayeye gereken önemin verilmemesi ve kayıtdışı sektörün varlığı ile açıklanmaktadır. Bunun yanı sıra rapor, Türkiye’nin çevresel politika alanında atması gereken adımlara dikkat çekerek sonlanmaktadır. Buna göre Türkiye’nin, Kyoto Protokolü’nü 2009’da imzaladığı buna karşın sera gazı emisyonu için ulusal bir hedef belirlemede geç kaldığı belirtilmektedir. Öte yandan nicel olarak, elektrik üretiminde yenilenebilir enerji payını 2023 itibariyle % 30’a çıkaracağını teyit etmiş olması sadece çevresel göstergeler açısından değil Türkiye’nin cari işlemler açığı açısından da olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Son olarak Türkiye’nin kişi başına düşen karbon ayak izi değerinin düşük olmasına rağmen sera gazı emisyonunun hızlı bir şekilde artması ve bu artışın GSYİH artışından ayrışmaması dikkat edilmesi gereken bir diğer durum olarak vurgulanmaktadır.
Yapısal değişim, verimlilik artışı ve kural temelli bir iş ortamı yaratmak başlığıyla da özetlenebilecek yukarıdaki kısım için ana tema şu şekilde özetlenmektedir. İşletmeler; çoğu mikro, verimliliği düşük firmadan az sayıda modern, verimliliği yüksek firmaya doğru çeşitlenmektedir. Düzenleyici çerçeve; büyüyen firmaları yüksek maliyetli istihdam, vergi ve diğer zorunluluklarla sıkmaktadır. Kanunlara uymadaki eşitsizlik, iş sektörü ayrışmasını derinleştirmekte ve güveni zedelemektedir. Sonuçta, kurumsallaşmış firmalar daha fazla engelle karşılaşmaktadır. Seçilen bölge ve sektörlerde kayıtlı işletmeleri ve yatırımları destekleyecek devlet teşviklerine rağmen kaynaklar, verimliliği düşük faaliyetlerden yüksek olanlara yeterince akmamaktadır. Tüm bu faktörler verimlilik artışının önünde engel oluşturmakta ve özel sektörün farklı katmanlarındaki işçilerin kazanç, çalışma koşulları ve beşeri sermaye gelişimi dolayısıyla sosyal olarak bölünmesine yol açmaktadır. Kural temelli iş ortamında daha yüksek güven, doğrudan yabancı yatırım firmalarının daha hızlı büyümelerini cesaretlendirecek, bu da verimlilik artışları, kapsayıcı büyüme ve dış tasarrufların borç yaratmadan emilimine katkıda bulunacaktır. Çalışma, raporun temel önerilerinin sunulmasıyla sonlandırılmaktadır.
Temel Öneriler
Finansal istikrar ve düşük enflasyon ile büyümeyi dengelemek
• Para politikasının, enflasyon ve enflasyon beklentilerini, enflasyon hedefiyle daha iyi örtüştürecek şekilde ayarlanması
• Daha fazla borç tipi için dinamik tedarik ve borç/gelir tavanları belirlenmesi
• Tasarrufun ve uzun dönem yatırımın gelişiminin desteklenmesi
Kamu maliyesinin güvenilirliğini korumak
• Sıkı maliye politikası izlenmeye devam edilmesi ve gerektiğinde müdahale edebilmek üzere hazır olunması
• Uluslararası standartlara göre hazırlanmış genel hükümet hesaplarının yanında tüm mali faaliyetleri içeren kapsamlı bir rapor yayımlanarak mali izlemenin geliştirilmesi
• Çok yıllık bir genel hükümet harcamaları tavanı belirlenmesi ve çıktıların açıkça rapor edilmesi
Kural temelli iş ortamında yapısal değişim, verimlilik artışı ve güveni inşa etmek
• İş çevresinde tüm düzenleyici çerçevenin geliştirilmesi, daha tahmin edilebilir kılınması ve bu süreçte OECD işgücü ve ürün piyasaları göstergelerinin kullanılması
• Vergi ve sosyal zorunlulukların firmaların ölçeklerine göre gösterdiği farklılığın azaltılması
• Modern istihdam biçimlerinin (geçici, belirli süreli, evden) kayıtlı sektörde uygulanmasını zorlaştıran kısıtlamaların ortadan kaldırılması
• Sosyal güvenlik ağının güçlendirilmesi ve işsizlerin yeteneklerinin geliştirilmesi yollarının çeşitlendirilmesi
• Ülke çapında düşük nitelikli işçiler için işgücü vergi takozunun düşürülmesi ve gerçekleşmiş gelir vergisi tipi kredi desteğinin genişletilmesi
• Kayıtlı sektörde kadın istihdamını kolaylaştıran reformlar aracılığıyla kadınların işgücüne katılımının desteklenmeye devam edilmesi
• Yasası çıkan fakat henüz uygulanmayan devlet destek izleme sisteminin uygulanması. Yapısal değişimden etkilenen KOBİ’ler ve işçilere yönelik destek programlarının çıktılarının değerlendirilmesi. En başarılı programlara odaklanılması
• Farklı alanlarda kullanılan akaryakıtta zımni karbon vergi oranının orta vadede uyumlaştırılması
Dipnotlar
1 İktisadi anlamda iş sektörü ya da şirketler kesimi olarak anılan terim, ekonominin şirketler tarafından oluşturulan ve hükümet, hanehalkı ve kar amacı gütmeyen organizasyonların dışında kalan kısmını ifade eder.
2 Detaylı açıklama için, Bkz. http://siteresources.worldbank.org/INTDEBTDEPT/Resources/468980-1218567884549/WhatIsInclusiveGrowth20081230.pdf
3 Burada tarım ürünleri ve enerji piyasaları kastedilmektedir.