Blog / Gelir Dağılımı ve Verimlilik
Gelir Dağılımı ve Verimlilik
Sinan BORLUK / Sanayi ve Teknoloji Uzmanı (Verimlilik Genel Müdürlüğü) Gelir Dağılımı ve Verimlilik
Verimlilik alanında en önemli etkiye sahip faktörlerden biri ülkedeki gelir dağılımıdır. Sonuç olarak, gelirin dağılımı kaynak tahsisi olduğundan, bu kaynakların verimli alanlarda değerlendirilebilme şansı doğrudan gelirin dağılımıyla ilgilidir.
Gelir dağılımında adalet-verimlilik tercihi moral bir çıkmazı da içsel olarak taşımaktadır. Gelirin verimli alanlarda kullanılması için tasarrufa ve dolayısıyla yatırıma dönüşmesi gerekmektedir. Bunun için de gelirin tasarruf eğilimi yüksek görece zengin kesimlere daha fazla oranda aktarılması gerekmektedir. Ancak böylesi bir durumun toplam talep üzerindeki olumsuz etkisi ve sonuçta değer bulamayan üretim/israf durumlarının ortaya çıkma ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Verimlilik üzerinde bu kadar önemli bir etkiye sahip olan gelir dağılımı olgusunun teorik olarak dikkatlice irdelenmesi gereklidir.
Günümüz iktisat biliminin en önemli konularından biri gelir dağılımıdır. Gelirin oluşma sürecindeki dinamikler kadar gelirin dağılma sürecine etki eden dinamiklerin neler olduğunun bilinmesi ekonomi politikaları açısından önem arz etmektedir. Gelirin dağılım sürecinde etki eden dinamiklerin neler olduğu, bu dinamiklerin gelir dağılımını ne şiddette ve ne yönde etkilediklerini bilmek, bu dinamiklerin manipülasyonu yoluyla ekonomiyi şekillendirmeyi sağlayacaktır.
Çağdaş yaklaşımlar genelde ekonomilerde etkinlik ile gelir dağılımında adalet arasında bir ödünleşim olduğunu kabul etmektedirler. Bir diğer anlatımla, parametrelerden birinin artması diğerinin düşmesine neden olmaktadır. Ekonomide, üretim etkinliğinin artırılması için gelir dağılımında adaletten ödün verilmek zorundadır.
Bu durumun temel nedeni, yatırımlar ve tasarruflarla ilgilidir. Bireylerin gelirleri arttıkça, paralel olarak tasarruf eğilimlerinin de arttığı kabul edilir. Makro ekonominin temel denklemlerinden elde edilen sonuca göre de bir ekonomide yatırım miktarı tasarruf miktarına eşittir.
Yatırım düzeyleri arttıkça, yeni teknolojiler, yüksek verimli üretim yöntemleri vb yoluyla etkinlik ve dolayısıyla da üretim artmaktadır. Bir diğer anlatımla pasta büyümektedir. Gelir dağılımında adalet kavramı ise pastanın bölüşümünde adaletle ilgilidir. Etkinlik temelli bir piyasa kurgusunda, fasit döngü şeklinde, etkinliğin artması gelir dağılımının azalması piyasa güçlerinin işleyişinin doğal sonucudur. Bu doğal döngü ancak kamusal politikalar yoluyla kırılabilir. Kamusal politikalar özellikle maliye politikaları, vergiler ve transferler yoluyla gelir dağılımındaki adaleti düzeltici etkiler oluşturabilirler.
Yakınsama/Iraksama kavramları gelir dağılımı ile ilgili kavramlardır. Yakınsama gelir düzeylerinin birbirine yaklaşması, ıraksama ise uzaklaşmayı ifade eder. Genellikle, gruplar arası yakınsama/ıraksama olgusundan bahsedilebilmektedir. Bu gruplar bir ülke içindeki, yüzdelik gelir grupları ya da bölgeler olabileceği gibi, ülkeler kendileri bir grup olup, ülkeler arası yakınsama/ıraksama olgusundan da bahsedilebilir.
Alan literatürü ağırlıklı olarak ülkelerarası yakınsama/ıraksama analizleri üzerinedir. Ancak bölgeler arası analizlerin de önemi literatürde vurgulanmaktadır.
Yakınsama olgusu için çeşitli tanımlar yapılmaktadır. En yaygın olarak kullanılan iki tanım σ-yakınsaması ve β-yakınsamasıdır. Bu tanımlardan σ-yakınsaması, zaman içinde, gelir düzeyleri arasındaki dağınıklığın, standart sapmanın, azalmasını ifade eder. Diğer tarafta β-yakınsaması ise başlangıç gelir düzeyleri ile büyüme oranları arasında ters yönlü bir ilişki olduğunu ifade eder. Bir diğer anlatımla, zengin ülke/bölge/gelir grubunun görece yoksul ülke/bölge/gelir grubundan daha yavaş bir hızla büyüdüğünü ifade eder.
Iraksama ise yakınsamanın tersi durumudur. Zaman içinde gelir düzeyleri arasındaki farkın açılması halidir. Doğal olarak, gelir dağılımında adaletin bozulması sonucunu doğurmaktadır.
Yakınsama/Iraksama analizlerinin, modern iktisat biliminde kendine bu denli önemli bir konum elde etmesinin temelinde çeşitli nedenler yatmaktadır. Bu nedenlerin bazıları normatif, bazıları pozitif saiklere sahiptir. Normatif güdüleyicilerin başında, toplumsal adaletsizliğin ekonomik boyutunun düzeltilmesi gelmektedir. Bu amacın bile başlı başına pek çok alt amacı bulunmaktadır. Ekonomik eşitsizliğin giderilmesi yoluyla, fırsat eşitliğinin sağlanması, daha fazla eğitim dolayısıyla beşeri sermaye, daha fazla sağlık imkanı vb gibi sonuçlar sosyal çatışmayı önleyici sonuçlar olacaktır. Ayrıca ilk safhada öngörülmeyen diğer ekonomik ve sosyal pozitif sonuçların da, örneğin yükselen beşeri sermaye düzeyini izleyen yüksek büyüme gibi, toplumsal edinim olduğu görülmektedir.
Yukarıda bahsi geçen etkinlik/adalet ödünleşimi alanında, etkinlik yanlısı olan ve dağılımın piyasa yoluyla yapılmasını savunan aşırı liberal yaklaşımlar dahi, bozulan ve bozulmaya devam eden bir gelir dağılımı yapısının, sonuçta ekonominin temel sorunu olacağını kabul etmektedirler. Dolayısıyla, gelir dağılımının aşırı bozulması durumu hiçbir iktisat yaklaşımı açısından kabul görebilecek bir durum değildir.
Gelir dağılımı konusunun bir diğer önemli ayağı, “yoksulluk” olgusudur. Yoksulluk basitçe belli bir gelir düzeyinin altında gelire sahip olma durumudur. Bu gelir düzeyinin ne olduğu tanıma göre değişiklik göstermektedir. Mutlak yoksulluk tanımına göre, birey temel ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olan gelirin altında bir gelire sahipse yoksul kabul edilmektedir. Göreli yoksulluk tanımı ise, belli bir gelir düzeyinin –ki bu genellikle medyan gelirin belli bir yüzdesi olmaktadır- altında gelire sahip bireylerin durumunu açıklamak için kullanılır.
Bir ülkede gelir dağılımında adalet kadar önemli olan yoksullukla mücadele, gelir dağılımının nasıl olacağının ana belirleyicilerindendir. Toplumdaki yoksulluk oranının artması durumunda, gelir dağılımında bir düzelmenin yaşanması (yoksullukta birliktelik) pek bir anlam ifade etmemektedir. Yanıltıcı bir şekilde, yoksullukta azalmalar yaşanırken gelir dağılımının bozulması durumu da yaşanmaktadır. Bu durum da ideal bir hali temsil etmemektedir. İdeal durum, gelir dağılımında adalet sağlanırken, gelirin artması durumudur. Bu durum yukarıda tanımlanan σ-yakınsaması ve β-yakınsaması durumlarının birlikte ve yukarı yönlü yaşanması durumudur. Toplumdaki tüm alt grupların gelirlerinin artması, alt grupların daha yüksek bir oranda gelirlerini arttırması ve gruplar arasındaki farkın azalması ideal durumdur.
Bir ekonomide yoksulluk oranı artarken toplam gelirin artması ise istenmeyen bir haldir. Ancak neoliberal iktisat politikaları genelde ekonomiler üzerinde bu etkiye sahip olmaktadırlar. Etkinlik tercihi, gelirin, daha fazla tasarruf yapma eğiliminde olan görece zengin kesime akmasına neden olmaktadır. Artan tasarruflar yatırımları artırmakta üretim de paralel olarak artmaktadır. Toplumda ise, gelir dağılımında adalet bozulmaktadır. Daha büyük oranda toplumsal kitlenin alım gücü göreli olarak düşmektedir. Dolayısıyla, üretim sonucu pazara çıkan mallara talep düşmektedir. Bu duruma neoliberal iktisadın çözümü verimlilik artışıdır. Bu yaklaşıma göre, verimlilik artışları yoluyla üretim maliyetleri düşecek ve bu durum fiyatlar genel seviyesine yansıyacaktır. Bu durumun da talepte yaşanan daralmayı tersine çevirmesi beklenmektedir.
Nedenleri belirgin olmamakla birlikte, neoliberal iktisadın bu beklentisinin doğru olmadığı özellikle küresel likidite krizleri dönemi dünya ekonomisinde açıkça görülmüştür. Krizler dönemi olan 1996-2008 döneminde pek çok ülkede pek çok farklı nedenden pek çok kriz yaşanmıştır. Bu krizlerin nedenleri genellikle yerel politikalar ile küresel politikalar arasındaki uyuşmazlıklar gibi görünmektedir. Yine de ortaya çıkan durum, ekonomilerin bünyesel olarak zayıf yapılara sahip olduklarıdır. Bu durum, literatürün de kabul gösterdiği gibi, gelirin dağılımı ve yoksulluk oranlarıyla ilgilidir. Bu tezin en güçlü kanıtı, kriz sonralarında, krize ev sahipliği yapan ekonomilerde zenginin daha fazla zenginleştiği, yoksulun daha yoksullaştığı gerçeğidir. Gelir dağılımı kriz sonralarında bozulmaktayken, ekonominin de kriz öncesi durumundan çok daha zayıf olduğu görülmüştür. Dolayısıyla, gelir dağılımında adalet ve ekonominin yapısal gücü arasında kuvvetli bir ilişki olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Ekonominin yapısal olarak güçlendirilmesi durumu neden/sonuç ilişkileri göz önüne alındığında, kritik bir öneme sahiptir. Ekonominin yapısal gücünün artması ile başlıca ekonomik parametrelerin nedenselliği incelendiğinde, ekonomik değişkenlerin ne denli birbirleriyle etkileşim içinde oldukları görülmektedir. Örneğin, sermaye piyasalarının derinliği, istihdam oranının yüksekliği ve işsizlik oranının düşüklüğü, dış ticaret başarım oranının yüksekliği, fiyat istikrarı (birlikte düşünülebilecek faiz ve kur istikrarı) ve üretim istikrarı vb. gibi parametreler ekonominin yapısal gücünü belirlemektedir. Ekonominin yapısal olarak güçlü olması hali ise, politikalar konusunda, politika yapıcılara daha fazla hareket alanı sunmaktadırlar. Bir örnekle açıklanırsa, yapısal olarak hassas ve güçsüz bir ekonomide, gelir dağılımı politikalarının belirlenmesi yüksek risk faktörüyle birlikte değerlendirilmelidir. Bu açıdan, ekonominin yapısal gücü ve dışsal etkilere karşı kayıtsız kalma becerisi (hassas olmama hali), içsel sorunlarının sonuçlarının azaltılmasına yönelik politikalar alanında geniş bir serbestlik sunmaktadır. Ayrıca, ekonominin çeşitli parametrelerinin yakın ilişki içinde olmasının getirdiği, çarpan etkisi özelliği, politikaların ulaşmak istediği sonuçlarda, yapısal durumun önemini artırmaktadır.
Çizilen bu çerçeve kapsamında, Türkiye’de bölgelerarası gelir dağılımı analizlerinin yapılması, sadece gelir dağılımının değil, bütünsel olarak ekonominin analizi ihtiyacını beraberinde taşıdığının altı çizilmelidir. Tek başına gelir dağılımında düzelme ya da bozulmanın değil, eğilim eşleştirmelerinin, diğer parametrelerdeki değişimlerin (özellikle yoksulluk), içsel faktörlerin etkilerinin yönleri ve boyutlarının tespitinin ancak net bir sonuç ortaya çıkaracağı kabul edilmelidir.
Gelir dağılımında yakınsama/ıraksama analizlerinin çok geniş bir literatürü olmakla birlikte, bu literatürde, yaklaşım ve kullanılan teknik açısından benzerliklerin fazla olması, alanın daha olması gerektiği kadar keşfedilmediğinin bir göstergesidir. Aynı analiz yöntemleri ve zaman dilimleri kullanıldığında dahi, sadece parametrelerin bir kısmının değiştirilmesi, tüm sonucu değiştirebilmektedir. Bu durum küresel ve bölgesel ölçekte yapılan kimi analizlerde tam ters sonuçlara neden olabilmekte ve akademik tartışmalar yaşanabilmektedir.
Kullanılan analiz yöntemlerinin pek çoğu sistematik hata riski barındırmaktadır. Bu hata riski, bu alanda çalışanlar tarafından, çeşitli kontrol değişkenlerinin kullanılması yoluyla aşılmaya çalışılmaktadır. Ancak kontrol değişkenlerinin kullanılması, istatistiksel analiz süreçlerindeki sorunları ortadan kaldırırken, ekonomi teorisi açısından tartışmalı sonuçlara neden olmaktadır.
Sistematik hata riskinin azaltılması için, analiz araçlarının dar kapsamlı tutulması, sadece GINI katsayısının kullanılması gibi, başka bir sorun alanı yaratmaktadır. Ampirik olarak ortaya koyulan sonuçların gerçek hayat yansımaları analizde gözden kaçmaktadır ki bu durum da, sosyal bir bilim alanında arzu edilmeyecek bir durumdur. Bu durum için en karakteristik örnek, Lorenz eğrisinin çeşitli şekillerinde aynı GINI katsayısı sonucu alınmasıdır. Yine benzer GINI katsayılarında, yoksulluk sınırı altındaki nüfusun oranının büyük farklılık gösterebileceğidir (değişik formlarda çıkabilecek diğer sorunlarla birlikte).
Sonuç olarak Türkiye için gelir dağılımı analizlerinin verimlilik etkisinin belirlenmesi için kapsamlı ampirik çalışmalar gerçekleştirilerek gelecek politikalar için girdi oluşturulması gerekmektedir.